Edebi Söyleşilerinden Örnekler, Görüşler…

Çağının sorunlarını biliyorsan sanatçısın, değilsen ne ozan ne sanatçı ne de insansın.

(Tahsin Saraç)

Sınıflarını edebiyat derslerinin kazandırdığı itibarla geçtiğini söyler Yakup Kadri Karaosmanoğlu. (Dünkü ve Bugünkü Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınları, 1976, s. 9)

Her şey edebiyatı sevmekle başlar diyor Ahmet Hamdi Tanpınar ve ekliyor “Gençlere verecek tek nasihatim, bir jurnal (günlük) tutmalarıdır. İnsan her şeyi kendinden, hayatından çıkarır.” (s .53)

“Dışarıya kapalı bir dille yazıyoruz (…) Bizim en büyük sorunumuz kendimizi beğenmememiz, okumamamız. (… ) Gençler iki büyük madeni buldular: Halkın Dili ve Halkın Kendisi. “ (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Toplumun yarınına karıncalar gibi çöp taşımakla mutluyum.” (s. 89) diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca ve ekliyor “Dile, toplum sorunlarına bütün eli kalem tutanların eğilmelerini isterdim. “(s. 91)

 “Politika dışı kalmak, Fransızca deyimiyle apolitik bir varlık olmak insanın elinde değildir. Bu bakımdan her yazar her ozan gibi, geniş anlamda ben de politikanın içindeyim. “ (Oktay Rifat)

“Ozanın dili, kişiliği demektir.” (Melih Cevdet Anday)

“Her yeni şiir derinlerdeki içgüdülerin, tutkuların yeni biçimlerde verilişidir.”(s. 121) diyor Behçet Necatigil ve ekliyor “Önemli olan şairler değil, şiirler.” (s. 125)

“Soyut devimsiz olandır. Evrense baş döndürücü bir devim içinde. Her şey geçip gidiyor.” (Orhan Hançerlioğlu)

“Her sanat, alıcısını da elbette kendisi yetiştirir.”(s. 142) diyor Cahit Külebi ve ekliyor “Doğuda, hele bizde ozanlar her zaman boldur. Sıkıntılarını şiirle anlatmak isteyenlerin sayısı azaldıkça; buna karşılık, şiiri yazmadan da sevenlerin sayısı arttıkça, o ölçü kadar bizde kendimizi Batılılaşma yolunda ilerlemiş sayabiliriz. Elbette ki bu durum kendiliğinden gerçekleşemez. Her alanda olduğu gibi, işin temeli eğitim düzeyimizin yükselmesine bağlıdır.” (s. 143)

“Şiir edebiyatın özüdür. Benim için nerde bir roman, öykü, oyun ya da deneme varsa orda bir şiir sorunu da vardır.” (s. 155) diyor Sabahattin Kudret Aksal) ve ekliyor “Yaygındır şiir, vardığı sonuç yönünden yaygındır. “ (s. 156)

“Batının üç dört yüzyılda yaşadığı bir şiir serüvenini biz bir yüzyıldan daha kısa bir süre içinde yaşayıvermişizdir. Geliştirmeden, iyice içimize sindirmeden yaşamış, tüketmeden bırakıvermişizdir.“ (Sabahattin Kudret Aksal)

Şiddet ve acıklı karakterlerin kesin hatlarla çizilmiş olduğu konuların kötü edebiyat denilen şeye dâhil olduğunu ifade eden Oktay Akbal, “Öyle sanırım ki, en büyük sanatçılar bile hayatları boyunca en başarılı eserlerini veremediklerinden şikâyet edip durmuşlardır.” (s. 175) diyor.

“Kemal Tahir Bey Batı’dan kültür emperyalizmi olarak üstümüze çöken üstyapı kopyacılığına karşı direkt olarak halkla bağlantılı olmayı, Selçuklu olsun, Osmanlı olsun, hepsini batıdan gelene yeğlemeyi öneriyor. Ben, geçmişten elimizde kalanı değerlendirmek konusunda onlara katılıyorum ama ulusal ve yeni bileşimi yapmak için bu malzemenin yeterli olduğuna inanmıyorum.” (s. 194) diyen Attila İlhan, batıdan alacağımız pozitif kafanın elimizdeki ulusal malzemeyi değerlendirme olanağı sağlayacağına inandığını belirtiyor.

Dili hep araç bilip özene bezene kullanmayı yeğleyenlerden olduğunu belirten Metin Eloğlu, “Her ‘gerçek’ etkiler kişiyi; bu etkilenişler yeni bir ‘gerçek’e dönüşürken de en doğru çizgisini kendi çizer.” (s. 212) diyor ve ekliyor “Ozan şiirle savaşamaz; tüm boğuşmaları kendisiyle, gerçek Ben’iyledir. Dil’i zorluyorsa, imgeleri şımartıyorsa, ses tellerini dikenliyorsa, o kavganın buyruğuyla oluyor bu; ‘Şairâne işgüzarlık’tan değil...” (s. 215)

“Şiirin hammaddesi sözcüklerdir. Bununla birlikte, çoğu öznel durum ve deneyleri anlatmakta dil epeyce yoksuldur.” (s. 219) diyen Osman Türkay, “Bu dil yoksulluğu içinde şiir, gene de sözcüklerin anlatamayacağı bir evren kurar, tıpkı müzik gibi.” (s. 220) diye de ekliyor.

Türkay’ın açıklamasına göre duygu ve aklın birlikteliğini en uygun ifade eden biçim, şiir...

Şairin işinin soyutu somutlamak olduğunu belirten Edip Cansever, “kısaca, şiirsel sözün yaşamdaki yerini bulmasını sağlamak” (s. 228) diye ekliyor.

“Çağındaki sorunların bilincindeysen çağının sanatçısısın, yok eğer, insanlık onurunun kurtarılması savaşında gencecikler başak gibi biçilirken, sen şiirinde ince dizersen, çağ dışı kalmışsın demektir; dolayısıyla ne ozan, ne sanatçı, ne de insansın.” diyor Tahsin Saraç (s.242)

Özdemir Asaf 1978 yılında yayımladığı Yalnızlık Paylaşılmaz’daki şiirlerinde yalnızlık teması işler. Şiirle özdeyişin yine iç içe olduğu görülür. Ne var ki, artık özdeyiş şiirdeki öz duygu ile bütünleşmiştir. Şair, kitaba “Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur” diye başlamaktadır.

“Şiirin karşısında çaresiz ve zavallı bir düşkündür şair; bir cüzzamlı!.. Şairin belleğindeki yara bir türlü kabuk bağlamaz, zamanın irini sızar durur yüzlerine” diyor Osman Hakan A. (Şiir Hangi Sözcüklerle Yazılmalı ki, Halil Korkmaz, Yön Yayıncılık, 1993, s.12)

Osman Hakan A., “Tarih ve toplumun özüne yerleştirdiği şiiri, bir “Bayram” ve “Mutlak zamanın tortusu” olarak adlandırır Octavia Paz.”diyor. Hippocrates’in şu sözünü de anımsatıyor, “Sanat sonsuz, hayat kısa”dır. (s. 10)

Şairlerin yazmadıkları şiiri aradığını belirtir Sunay Akın. “Çünkü şairin en güzel şiiri henüz yazmamış olduğu şiiridir!” (s. 14)

İlk Nobel - Ödüllü Meksikalı, evrensel şair-düşünür-romancı Octavia Paz’ın dediklerini anımsatan Sunay Akın da, “Octavio Paz, tek bir şiirin varlığından sözedilemeyeceğini, her şairin yazdığı ayrı ayrı şiirlerin olduğunu söyler.” (s. 14) diyerek, ayrı ayrı şiirlerin tek bir şiirden daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Ve “12 Eylül sonrasında kitap okuyan insanlar topluma yazı dışı insanlar tarafından ‘yasa dışı’ olarak tanıtılmadı mı?” (s. 14) diye soruyordu Akın. 

Şairler bize lâzım ve onlar genç ölmemeliydi; 12 Eylül’ün yasadışı ilan ettiklerini aramıyor mu insanlık şimdi?

Mutlu bir aşk mı düşlediğin

Açıkmavi bir mutluluk mu?  

diye soruyor şair Hüseyin Alemdar bir şiirinde. (s. 20)

Ve herşeye

Yetişme duygusu. (Ataol Behramoğlu)

 

dizesi için “Yine bizim kuşağı ve sonrakilere özetler” diyen Ataol Behramoğlu, “Ne Yağmur… Ne Şiirler…” adlı şiirindeki “Hayatımızın kanadığını görmüyor musun” dizesi için de, “60’lı yılların militan gençliğine ve bir sonrakilere ağıt.” (s. 33) diyor ve ekliyor: “Kanımızla Yazılmıştır Hayatın destanı.”

“Şiir umuttur.” diyor Nevzat Çelik, “Belleksiz insan yenilir! Şiir de!” (s. 51-s. 53)

Susmak

İlk şiir

Şiir-

İkinci ağlayıştır. (Kubilay Köseoğlu)

Kubilay Köseoğlu “Aşk, gizlerimizin, bir başkasının gizleriyle gizlice buluşmasıdır.” (s.92) diyor belki de Jean Paul Sartre’ye öykünerek . Sartre, Bulantı adlı romanda, “Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkûmdur.” der.  

“İki fırtınanın tam ortasındaki uçurumda doğuyor şiir.” (s.92) diyerek ekliyor Köseoğlu:

“Bilgeler, peygamberler, filozoflar, şairler, bilginler…

“Önceden gören sonraya kalan insanlar…

“Kartal görkemiyle yalnız gökyüzünde, kanatları güneşe dokunsa da.” (s. 95)

Ya şiir, neyi değiştirir, bilincin

Andacı olmazsa bize. (Mustafa Köz)

 

Marks’ın “Yaşamımızı belirleyen, bilincimiz değil; bilincimizi belirleyen, yaşamın kendisidir” sözünü anımsatan Mustafa Köz, ““Şiir, yaşamın orijinidir. Tek sözcük bile yaşanana denk düşer çoğu zaman.” diyor. (s. 99)

Şiir eylemin önünde gider ama duyarlılıklarımızı bilince dönüştürmek gerekir diyor şair Mustafa Köz ve ekliyor: “Bilince dönüşmeyen sayıklamalar, mırıldanmalar ise şiir değil, ‘karınca duası’dır”. (s. 99)

Şiirlerinde hep sevda, umut ve arkadaşlığı aradığını belirten Cahit Külebi sevmekten ve yoksunluktan yana şiir yazmasını şiirinin karakteristiğine bağlar.

“Şiir kahve içmez, cinayet işler. “ (Özkan Mert)

“Çünkü şiir dünyaya bir sataşmadır.” diyor Özkan Mert. (s. 108)

“Evet bir çağsonu estetiğiyle kirli sularda yüzüyoruz. Her şey geçti… Dostluk, aşk, gelecek, tatlı sohbetler…” diyen Lale Müldür “aşkın nasıl bir şey olduğunu” anımsamamızı da istiyor. (s. 110)

“Şairin eylemi zaman-dışı’dır. Her şair sadece bulunduğu an’a ait değil, bununla beraber, geçmişe ve geleceğe aittir.” (Hasan Öztoprak)

Her şiirin sonunda bir çığlıktır beklenen (Sennur Sezer)

Sennur Sezer, “Ne kaldı sizden, insanlardan, aşktan, şiirden… Arıyorum. Sesinizi duyamıyorum. Afişler, reklamlar, sağır bir duvarlar dizisi örtüyor. Şiirin üstünü de. Bu yüzden şiiri kazıyorum, biriktiriyorum. Arındırmaya çalışıyorum. Üstündeki küften, boş sözlerden özentiden.” diyor (s. 129) ve ekliyor:

“Bir senaryoyu yaşıyor gibiyiz: Üret, tüket, üret… Suratını değiştir, elbiseni, papucunu, yürümeni. Ama yaşaman aynı kalsın. Gök daralsın. Soluğunu tut. Modası geçti insan olmanın. Ekrana bak. Televizyonun ekranına. Bilgisayarın ekranına. Yanıt orada. Çözüm orada. İnsan yüzü yok. Yasak.

“Ben aşkı düşünüyorum. İnsanı vareden olguyu. Tırnaklarımla kazıyarak çevremizi saran karanlığı. Yaşasın diye bir sap papatya, bir kök karanfil, bir çocuk sesi. Soruyorum, ne kaldı geriye bunca yaşanandan?” (Sennur Sezer)

“Şiir çaredir, çaresizlik gibi de yaşanır.” (Afşar Timuçin)

“Çokları aşk diye yalanı yaşadı. Oysa bizim her tutkumuzda yer yerinden oynardı.” (s. 133) diyen Afşar Timuçin, “İnsan tek başına hiçtir. İnsan bir başkasıyla bir olduğu, başkalarıyla yanyana geldiği ölçüde insandır” diye de ekliyor. (s. 134)

“Devlerle cüceler aynı şeydir. Önemli olan insan boyutlarında olmak. Gerçek düşünce ve gerçek sanat insan boyutlarındadır. Duyguları, düşünceleri, çabayı, amacı bölüşebildiğimiz ölçüde insanız. İnsan bölüştükçe insanlaşır, kendinden verdikçe. “ (Afşar Timuçin)

“Şair, dünyadan hiçbir şey beklemeden dünyayı sonuna kadar yaşayabilen böylece de sonuna kadar ölebilen kişidir.” diyor Mehmet Yaşın. (s. 140)

Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmed Arif’in hayattayken yayımlanan tek şiir kitabıdır. Ahmed Arif bu yapıtıyla toplumcu-gerçekçi şiirimizde büyük bir iz bırakmış, edebiyatımızın unutulmaz şairleri arasına girmeyi başarmıştı. 1968’de ilk baskısını Bilgi Yayınevi’nin yaptığı kitap farklı yayınevleri tarafından da defalarca basıldı.

Belinde Diyarbekir kuşağı 

Zulasında kimbilir hangi hınç, hangi mısra 

Yürür namus bildiği yolda... 

Yürür yine de yalınayak ve 

ayakları yanarak. (Ahmed Arif)

Ahmed Arif, “Ben şiirleri bekletirim. Mesela şimdi 20 yıldır hiç dokunamadığım şiir var. Öyle kalsın. Damıtılsın. Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm buluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben buna çok saygı duyarım.” (Ahmed Arif Anlatıyor Kalbim Dinamit Kuyusu, Refik Durbaş, Piya Kitaplığı, 1997, s. 23)

“Otuzüç Kurşun”u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Klasik ağıt. Bizim Türkçemizde sözlü ağıtlar var ya, şivan. Öyle kaleme aldım. Yayımlayacağım filan hiçbir zaman aklıma gelmedi.” (s. 27)

“Madem öyle, kitabımın adı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ olsun dedim.

“Kimin hasretiyle’ diyorlar. (… ) Tabii sevgili de var bunun içinde. (…) Ama bunun yanında bizim halkımızın mutluluğu, gelecek bakımından güvenli bir hayata kavuşmasının hasreti de olacaktır.“ (s. 73)

İki yaprak arasında kıyılmış

Bir parçası var kalbimin

İncecik, ak kağıtlara sarılır,

Dar vakit yanar da verir kendini,

Dostun susan dudağına… (Ahmed Arif)

“Önce şiir vardı. Her şey şiirden doğdu… Bu dünya şiirsiz yaratılmış olamaz. İnsanoğlu şiirle konuştu ilk kez. Şiir yazmak için yarattı ilk sözcükleri… Bu yüzden ozanlar bir çeşit evliya, ermiş, peygamber sayılmışlardır eski zamanlarda. Bugün bile gerçek ozanlar toplumların öncüsü sözcüsü, yol göstericisi oluyorsa bunu, şiirin evrensel diline, gücüne borçludurlar… Onlar insanlık ulusunun, bir gün er geç kurulacak o büyük, tek ulusun, tek toplumun öncüleridir.”(Önce Şiir Vardı, Oktay Akbal, Adam Yayıncılık, 1982, s. 7) 

Şair ve çevirmen Erdoğan Alkan, Arthur Rimbaud'nun yaşamı, sanatı ve tüm şiirlerini incelediği Ateş Hırsızı (Broy Yayınları, 1993) adında bir biyografik kitap yayınlamıştı. Alkan, şiir akımlarını ve şiirin temel konularını ele aldığı önemli bir yapıta daha imza atar: Şiir Sanatı. Kitapta, Rimbaud’nun şair Paul Demeny’ye yazdığı mektuba da yer verir. Rimbaud, Demeny’ye şiir hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle ifade etmektedir:

“Bilici olmak, görülmezi gören olmak gerekir diyorum. Tüm duyuları uzun süre, sonsuzca ve bilinçle bozup değiştirerek kendini bilici, görülmezi gören kılar ozan. Sevginin, acının, çılgınlığın bütün biçimlerini bozup değiştirmekle kendini bilici kılar; tüm ağuları kendi arar, onları kendinde tüketir ve bunların ancak özünü alıkor. Dille anlatılmaz bir kıyınçtır ki bu, burada ozanın artık büyük bir inanca, tam insanüstü bir güce gereksinimi vardır, bu acıda ozan ayrıca herkes arasında büyük hasta, büyük cani, büyük lanetli olur, -ve de yüce Bilgin! ... Demek ozan gerçekten ateş hırsızıdır.” (Şiir Sanatı Erdoğan Alkan, Yön Yayıncılık, 1995, s. 154)

Derleyen: TAMER UYSAL