Peygamber (s.a.v.) Efendimiz neden çobanlık yapmıştır? Peygamberimizin (s.a.v.) çobanlık yapmasın sebebi ve hikmetleri.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) küçük yaşlarında amcasının ve Mekkelilerin koyunlarını gütmüşlerdir. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) gençliğinde de hep faydalı işlerle meşgul oldular. Nitekim küçük yaşta koyun güderek amcasının maîşet teminine yardım etmişlerdir. Bir gün:

 “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber, mutlakâ koyun gütmüştür.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm:

“−Siz de mi koyun güttünüz, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.

“−Evet, ücret karşılığında Mekkelilerin koyunlarını güderdim.” buyurdular. (Buhârî, İcâre, 2, Enbiyâ, 29; İbn-i Mâce, Ticâret, 5) Yine Allah Rasûlü (s.a.v) kendi ifâdesine göre Ecyâd’da âilesinin koyunlarını da güderlerdi. (İbn-i Sa’d, I, 126)

PEYGAMBERİMİZİN ÇOBANLIK YAPMASININ SEBEBİ VE HİKMETLERİ

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in rızık kazanmak için çalışmaları, son derece ulvî bir rûh hâline ve çok ince bir hissiyâta sâhip olduklarını gösterir. Amcası O’na gözü gibi baktığı hâlde yine de kendi kazancıyla geçinmeyi ve amcasına yardımcı olmayı tercih etmişlerdir. Bu aynı zamanda insanın, cemiyete ve hemcinslerine faydalı işler yapması gerektiğini gösteriyor.

Ebû Tâlib’in hâlinin dar olması, Efendimiz’i ona yardım etmeye sevketmiştir. Koyun çobanlığı, Efendimiz (s.a.v) için daha sonra üstleneceği insanların idâresine bir hazırlık olmuştur. Böylece daha çocukluğundan îtibâren çalışmaya, mücadeleye, etrafındaki insanları gözetmeye, başkalarına yardım etmeye alışmış ve bütün canlılara karşı şefkat ve merhamet hisleriyle dolmuşlardır. Nitekim burada O’nun, hayvanlara iyi davranmaya teşvik eden hadislerini hatırlıyoruz. Yine bu sâyede Efendimiz (s.a.v), nefsini terbiye ederek sabır, sebât, hilim, tevâzu, şecaat ve idâre gibi meziyetler kazanmışlardır. El emeği ve alın teriyle geçinmişlerdir. Ümmetine de:

“Hiçbir kimse, aslâ elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir...” îkâzında bulunmuşlardır. (Buhârî, Büyû’, 15; Enbiyâ, 37) Şâir ne güzel söyler:

Kimsenin lûtfuna tâlib olma,

Bedeli cevher-i hürriyettir.

İnsan kimin lütuf ve yardımına tâlip olursa, ona cevher-i hürriyetini vermek mecburiyetinde kalır. Demek ki bir kimseden yardım talebinde bulunmayıp da yalnız Cenâb-ı Allah’a, Hak Teâlâ’ya hasr-ı itimâd eden kimse bütün insanlara karşı îlân-ı hürriyet etmiş olacaktır. Böyle bir insan da hakkı söylemeye daha kudretli olur. Yâni dâvâ sâhibi kişinin, insanların elindeki şeylerden müstağnî olması lâzımdır. Böyle olursa kıymeti devam eder, makâmı yükselir, şüphelerden uzak kalır ve ameli ihlâslı, sırf Allah için olur. Nûh (a.s) kavmine şöyle demişti:

“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden bir mal istemiyorum, benim ecrim ancak Allaha âiddir…” (Hûd, 29)

Bütün peygamberler (s.a.v) hep aynı şeyi söylemişlerdir. Efendimiz (s.a.v) aynı zamanda çölün güzelliklerini, masmavi gökyüzünü, gecenin sükûnetini ve yıldızlarla bezenmiş semâ atlasını seyrediyor, Cenâb-ı Hakk’ın azamet ve kudretini rûhuna işletiyordu. Seher meltemlerini içine çekerek huzûr buluyordu.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

Editör: TE Bilisim