İnsanın aklı ersin, ermesin… Çok da önemli değil. Bilmesi gereken tek şey var: Hiç bir şey eskisi gibi olmaz…

Zaten “İki günü aynı olan zarardadır” Hadis-i Şerifi de buna en güzel örnektir.

**

Bebektik, genç olduk… Büyüdük, yaşlandık.

Değerlerimizi de bir bir kaybediyoruz, dünlere baktığımız zaman.

Ama unutulmaması gereken de şudur: “Sevgide serbestlik, saygıda mecburiyet vardır.”

Hep kandırıldık, ‘yarınlar güzel olacak’ denilerek… Yarınlar güzel olmuyor, gün geçtikte dünün bugünden çok da güzel olmadığını gözlemliyoruz.

“Güzel gören, düzel düşünür” derler de, maalesef hiç de güzel görmekle güzel düşünülmüyor.

Gerçi güzel görmek, güzelliğin ortaya çıkması ile eşdeğerdir.

**

Dinimizin büyük önem verdiği, kadınlarımıza yapılanlar ortada… Her gün bir olumsuz gelişmeyi takip eder olduk…

Şiddet, sadece kadına değil ya. Erkeğin kadına, kadının erkeğe; güçlünün zayıfa, haksızın haklıya uyguladıkları da var.

Her ne kadar, “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” denilse de karşıya ya da yana tükürmeyi denemez olduk. Karşıya tüküren de, ayrıca suçlu…

“Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor” benzeri de var.

Toplumda ekonomik, mesleki, makam-mevki sahibi olanlar da her nedense kendini “bulunmaz hint kumaşı” sanıyor.

**

Küçükten bir yetki sahibi olanların, zaman içerisinde o yetkiyi karşısındakine bir güç olarak kullanması dayanılacak hal bırakmıyor bazen…

**

Günlük hayatın içerisinde var olanların, sorumluluğunu yerine getirdiğinde her şey güzel olur. Belki de…

Ama öyle olmuyor.

Yetki sahibi, yetkisini aştığında ve sorumluluğunu yerine getirmediğinde de bunun güzel görecek tarafı kalmıyor.

Soruyorum:

Diken olmasa gül güzel olur mu?

Bülbül figan etmediği sürece gülün güzelliğini nereden bileceğiz?

**

Değerlerimizi kaybediyoruz ve kazanmak için de elimiz-kolumuz bağlı sanki. Hiçbir eylem yapamıyoruz. “Aman bana ne!” düşüncesi hâkim oldu, toplumda…

İktidarda-muhalefette-iş dünyasında hep aynı meşgale var: Siyaset adete bir başı boşluk yaşıyor. İktidarın ak dediğine muhalefet kara diyor. İş dünyasında patronlar, işçinin halini hiç düşünmüyor. Sporda büyük takım ya da bireysel sporcu, küçük takım ya da bireysel sporcuyu yutuyor. Zengin toplumlar, fakir toplumları umursamıyor bile… Düşünce ‘hep benim olsun’, ‘küçük olan ezilsin’… Ya da ‘ben varsam varım, yoksam yok olsunlar’…

Ne yaparsan yap, hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olmayacaktır.

Elektrik, su, doğalgaz faturaları her ay biraz daha yükseliyor. Geçen ay 30-40-50 TL ödediğin faturalar, bir sonraki ay 35-45-55 TL geliyor. Elbette faturaların yüksekliği kullanıma bağlıdır ama eksik te kulansan maalesef böyle…

Domates, biber, salatalık fiyatlarında da gün günü tutmuyor. Petrol fiyatları da aynı, bir hafta içerisinde değişiyor. Bir düşse, iki yükseliyor… Dolar da aynı. Önceki günkü dolar fiyatı ile dünkü dolar fiyatı farklı…

Ama işçinin aldığı ücret hep aynıdır. Yıllık değişiyor.

**

Geçen gün halk otobüsündeyim.

Birkaç durak sonra yaşlı insanlar bindiler otobüse. Öndeki gençlerin hiçbiri de yer verme zahmetinde bulunmadı… Yanına çocuğunu veya küçüğünü oturtan anne-baba-ağabey-abla, hala-teyze-yeğen, amca-dayı yeğen de görmezlikten geliyor. Hiç kimse de ‘oğlum-kızım sen kalk, amcana-dayına yer ver demiyor… O senin büyüğün, büyüğüne saygılı ol” nasihati yok olmuş.

Sonrasında daha yaşlılar lütfediyor.

Bir de otobüslerde garip bir olay var. Sırtına çantasını geçiren insanlar; o çantadan bir başkası rahatsız oluyor mu, düşünmüyorlar bile…

Son aylarda karayolunda ‘yaya önceliği başladı’. Yayalar; işaret olsun olmasın hemen kendini yola atıyor. Neymiş efendim, “öncelik yayanın”. Bu işin de bir kuralının olduğunu umursamıyoruz.

**

Hani her şey güzel olacaktı?