“Ya bizdensin ya da düşmansın” tezine inanmak istemiyorum.

Ama yaşanılan olaylar, insanın küçük beyninde bu tezi doğrular gibi geliyor.

Ve düşünce içerisinde de şu soru doğuyor:

“Muhalefet olmak, düşman olmak mıdır?”

**

Yine bir seçim gününe yaklaşıyoruz ve siyasetin ‘çirkin’ yüzü her geçen gün sertleşiyor.

Öyle bir an geliyor ki, gerginlikten kaçmak mümkün olmuyor.

Tüm duygu kapıları kapanmış paranoyak aşığın dediği gibi; “Ya benimsin ya da karatoprağın…”

İsteseniz de, istemeseniz de…

Yaşıyoruz. Yaşayacağız.

Hani yaşlılarımızın da sıkça söylediği gibi “çekilecek çilemiz varmış.”

**

Türkiye kutuplaşıyor mu?

Çoğu zaman beyinde oluşan genel kanı bu oluyor: Gün geçtikçe toplum kutuplaşıyor, kutuplaştırılıyor.

Siyaset bu olmasa gerekir, diye de düşünmemek elde değil.

Aklı yeten de konuşuyor yetmeyen de konuşuyor.

Bakalım:

En büyük seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimidir artık. Bir adayı desteklersiniz, o adayı desteklemeyen sizin düşmanınız olur.

Sonrasında TBMM seçimi gelir. Yine aynı ortam oluşur. Savunduğunuz parti politikaları, savunmayanlar tarafından düşmanca kabul edilir.

Ardından da yerel yönetimler seçimi vardır. Değişin bir şey olmaz. Yerel hizmetlerin yürütecek kişilere bakarsınız, kafanızda bir aday belirir. Ama onu istemeyen kişiler tarafından da düşman gösterilirsiniz.

Muhtarlık seçiminde de aynıdır konu.

Siyasi konuyu geçelim de… Dernek, vakıf, apartman vs seçimlerinde de değişen bir şey olmaz.

Senin desteklediğini desteklemeyenler tarafından düşman gösterilirsiniz.

Ya da sizin desteklemediğinizin taraftarlarını sizler düşman görürsünüz.

Peki nerde kaldı insanlık?

Sorunun cevabını bulabilsek zaten çözüm de ortadadır.

Hal böyle olunca da kutuplaşmaktan öteye bir adım atabildiğimiz olmuyor.

**

Komşudaki yangına müdahale etmiyorsan, senin evinde yanacaktır.

Kaçarı olmaz bu durumun.

**

Çevremizde yaşadığımız olaylara baktığımızda da değişen bir şey olmuyor.

Trafikte kural bellidir.

Trafik ışıkları geçiş sırasını belirler.

Kırmızı ‘dur’, sarı ‘dikkat’, yeşil ‘geç’ anlamı taşır. Kural budur. Aksi durum, istenilmeyen acıları ortaya çıkarır.

Son dönemde kural değişmedi elbette...

Sinyalizasyonun tıkır tıkır çalıştığı bir ana cadde, ara sokakta yaşanan kargaşa insanın midesini bulandırıyor.

Araçlar için yeşil, yayalar için kırmızı yanıyor: “Öncelik yayanın, öncelik hayatın” sloganını dikkate alan yaya, kendisine kırmızı yanarken birden araçların önüne atlıyor.

Ya da araçlar için kırmızı, yayalar için yeşil yanıyor: Bu kez de sürücü yoluna devam ediyor.

Sıkıntı bu aslında:

İnsanımızın başkasının hakkına saygısı yok. Aslında kendine saygısı yok.

**

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifini düşünmüyoruz.

Ben açım, sen açsın, o aç…

Ama mışıl mışıl da uyuyoruz; ben, sen, o…

Sonra da ahkâm kesiyoruz hep birlikte…

“Şöyle yapsaydın”, “Böyle yapsaydın” diye…

Yetmiyor bir de akıl veriyoruz.

Ne diyor atalar:

“Söz gümüşse sükût altındır…”

Ya da:

“Biliyorsan konuş âlim sansınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar…”

**

Unutmamak gerekir:

Muhalefetlik, düşmanlık değildir!

Toplumda kutuplaşmaya yol açan söylemler, boş laftan ileri gitmez.

Her ne kadar ‘doğruyu söyleyeni dokuz kapıdan kovarlar’ ama ‘onuncu köye de muhtar yaparlar’!

Bana göre, “Muhalefet olmak, düşman olmak mıdır?” sorusunun cevabı açık:

Değil. Bin kere de değil. Milyon kere de değil!