Vallahi de billahi de yaşananlar ‘akıl kârı’ değil!

‘Aşağı tükürsen bıyık, yukarı tükürsen sakal’ deyimini unutmuyoruz da, sağa ya da sola tükürmeyi hiç denemiyoruz.

Ya da:

‘Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor’ deyimi de var ama bu kez de göz göre göre aynı hatayı yapıyoruz galiba… Neden ‘boşa koymayı ya da doluya koymayı’ deniyoruz.

Öyle ya ‘koymayalım’ gitsin.

**

Her mesleğin kendine göre kuralları vardır!

Rahmetli babam sandıkçı idi. Ortaokul yıllarında bende ufak ufak sandık yapmaya başlamıştım. Diş döker, sistere çeker, çivi çakardım.

Sonra babam bir meslek kazası sonrasında çalışamaz olunca da büyük ağabeyim elimden tutup matbaaya götürdü.

Üç-dört yıl, yani çıraklık-el altılık-kalfalık döneminden sonra da tam usta olacağım zaman yolum çalıştığım matbaanın sahibinin gazetesine düştü.

Mürettip olarak gazeteye başladım. Sayfa sekreteri olarak mizanpaj yaptım. Baskı makinesinde (sallama pedal, kazanlı, ofset) çalıştım. Gazeteyi basacak kadar.

Sonra da bu işlerle beraber doğal olarak muhabirlik, köşe yazarlığı üstlendik.

Becerebildiğimiz kadarı ile de bu işten emekli olduk ama iş bizi bırakmadı.

Zaman zaman eski günleri yad ediyoruz arkadaşlarla…

**

Ticaret meslek lisesini bitirdim.

Üstüne işletme fakültesinde lisansımı tamamladım.

Ama gazeteciliği bırakıp da muhasebecilik, işletmecilik yapmadım.

Çünkü bana göre değildi, gazeteciliğin dışındaki işler… Şimdi de zaman zaman başka işe yönelmeyi düşündüğüm zaman sadece hayalde kalıyor. Birçok arkadaşımın söylediği gibi, ben başka bir iş yapamam ki…

Dededen babadan kalan miras yok… Eşimin ailesinden de öyle bir derdim yok. Devlet ne takdir ederse emekli maaşımızı alıyor, geçinmeye çalışıyorum.

Bu arada halen yaptığım internet gazeteciliğinde de Allah ne nasip ederse şükrediyorum.

**

Dedim ya ‘her mesleğin kendine göre kuralları vardır!”

Bakkallığın, marketçiliğin, briketçiliğin, fırıncılığın, berberliğin, mühendisliğin, mimarlığın, madenciliğin, tekstilciliğin, çırçırcılığın…

Hatta…

İkinci el araç alıp satmanın (galericiliğin), emlakçılığın, pazarlamacılığın, tarhana imal edip satmanın, kuru gıda işletmeciliğinin…

Hatta…

Pansiyonculuğun, akaryakıt istasyonculuğunun, kasetçiliğin, fotoğrafçılığın… Aklınıza hangi iş gelirse onun bir kuralı vardır.

**

Ama gazeteciliğin kuralı yoktur.

Gazeteci olmak için iletişim lisesini bitirmenin, İletişim Fakültesini bitirmenin bir anlamı yok.

Adını soyadı yazmasını biliyorsan, imla kurallarına da gerek yok.

İsterseniz de Mehmet Fiskeci abimin söylediği gibi “iki kelimeyi yaz, üçüncüyü komşudan ödünç al.”

Bu memlekette kasetçi, fotoğrafçı, inşaatçı, matbaacı, memur, işçi, amir, makam sahibi herkes gazetecidir.

Hatta ben ve benim gibi üç beş insan bu memlekette gazeteci olarak 40 yılı devirmesine rağmen hala bu işi öğrenemedik.

“Ona reklam var, bana neden yok!” düsturunu kendinize şiar edinin, yola devam edin.

Emniyet Müdürüne, Hasancıklı Köprüsünü sorabilirsiniz… Belediye Başkanına ormanları sorabilirsiniz… Gençlik ve Spor Müdürüne yolları sorabilirsiniz… Karayolları Şube Müdürüne barajların durumunu sorabilirsiniz…

Kişiye yönelttiğiniz soru, muhatabı mıdır? Düşünmenize gerek yok. Çok çok gülerler…

Haaa…

Haberin hızını düşünün yeter, doğru olması da yanlış olması da kimseyi ilgilendirmez. Siz olayı ortaya attıktan sonra gerisi önemli değil…

Haberi üç kaynaktan, dört kaynaktan doğrulatmanıza da gerek yok.

**

Ama bu toplum şunu öğrenecek.

İşini layığı ile yapan ile yapmayanı ayırabilmelidir.

Haa…

Pardon…

Yalan söyleyeni de Ahırdağ’ına götürmüyorlar.

**

Eğer zamanınız varsa gelin biraz gazetecilik oynayalım.

Ebe de siz olun, evvel de siz olun.

Bırakın kentteki siyasetçilerin siyaseti yapıp yapmadığını, bürokratın sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini… Biraz bugünkü tipte gazetecilik oynayın.

Hem ben de gazetecilik oynamak istiyorum.

Hocam, yerinde misin?