mehmet raşit küçükkürtül

biyografi sahasına verdiği emeklerle tanınan mahmut çetin'in bir konuşmasından zihnimde yer etmeşti: bir arkadaşı londra'da kaybolup da yolunu ararken bir sokakta "divriği enstitüsü" diye bir yere rastlar. şaşkınlık ve merakla içeri girip oradakilerle görüşünce buranın sivas'ın divriği ilçesi hakkında arşiv tutup araştırma yapan bir müessese olduğunu hayretle öğrenir. tahminimce, bunu türkiye'deki on sohbetten sekizinde tuhaf, inanılması pek mümkün olmayacak bir şey olarak karşılarlar. birindeyse hayranlıkla diğerindeyse öfkeyle bu bilgiye inanılır. esasen, "bilgi güçtür" diyen yani bilgiyi bir silah, bir tahakküm vasıtası kabul eden bir dünyada divriği üzerine bir enstitü kurulması da beklenir. mesele şu ki biz bu telakki karşısında kendimizi müdafaa ve muhafaza edecek durumda olmadığımız gibi kendi dünyamıza mahsus bir bilgi felsefesi ve buna mütenasip bir arşiv anlayışı da oluşturabilmiş değiliz. en azından bilgiye güç nazarıyla bakan anlayışın tahakkümüne karşı duracak seviyede, bizi zafiyete düşmekten koruyacak bir yapı kurmaya bile yanaşıyor değiliz.

istanbul, ankara gibi artık büyükşehir kavramının da ötesine geçmiş yerlerde belli bir arşiv gelişmesinden söz etmek mümkün. ancak diğer şehirlerimizde yeterli gelişme olmadığı gibi arşiv veya hazine-i evrâk denince o şehirde yaşayan insanların zihninde pek bir şey uyanmıyordur. kabul edelim ki "hazine-i evrâk" tabiri türkçede unutulup gittiği gibi arşiv şuuru nâmına da hayatımızın hiçbir safhasında bir cümle işitiyor değiliz. çocuklara hayat bilgisi, sosyal bilgiler ve tarih derslerinde çevreye, tarihî kalıntılara hassasiyet geliştirmekten çok turistik bir ilgi uyandırmak endişesi hâkim, arşive dair ise müfredatlarda sadra şifa bir şey bulmak mümkün değil.

artık "halk kütüphanesi" gibi, millete tepeden bakılan devirlerden kalma tabirlerle bir kütüphane anlayışı sürdürmek imkânsızdır. evet, "halk kütüphanesi"nin ortaya çıktığı zamanlarda bu çok kıymetli bir menfaat sağladı ülkeye. birçok aksaklığa, çarpık modernleşme hikâyelerine rağmen "halk kütüphane"lerine minnetle bakmalıyız. fakat öbür taraftan, bu "halk kütüphanesi" terkibinden de, anlayışından da vazgeçmeliyiz. içerisinde "şehir kütüphanesi" ve "şehir arşiv"lerinin birlikte bulunduğu yeni bir kütüphanecilik ve arşivcilik yapısına geçmeliyiz. artık taşra şehirlerinde yangının yok ettiği nüfûs kütükleri, selin götürdüğü belediye arşivleri mazur görülmemeli hatta ihmal sayılıp mevzu adliyeye intikal ettirilmeli. emniyet'te, defterdarlık'ta, meslek odalarında, adliye'de, belediyede, valilikte birçok evrak arşivcilik eğitimi almamış, vurdumduymaz, mevzuat bilmez kimselerin insafına kalıyor. şehirdeki her kuruma dağılmış arşivler, ihmallerle yok olabilirken (hatta bazısı olmaktayken) onlardan doğru, hızlı, zamanında ve verimli şekilde istifade etmek de imkânsız oluyor. sözgelimi, 1930'larda yapılmış bir işlem için noterin arşivine müracaat edebilirsiniz, müracaatınızı arşivcisi olmayan noter geçiştirebilir. müspet karşılansanız bile resmî bir izin, savcılık vs. gibi bin bir şey akla gelir. diyelim bunları da aştınız. noter, kaç yıl evvelin evrakı diyerek, mecburen, zoraki tuttuğu arşive sizi bir görevliyle gönderip iğneyle kuyu kazdırabilir. eğer o bakımsız arşivden bir şey çıkartabilirseniz ne mutlu size!

türkiye'nin taşrada "şehir kütüphanesi" ve "şehir arşivi"ne geçmesi geciktikçe yarına bu meseleler yığılarak gelecektir. adliye, emniyet, noterlik, defterdarlık, nüfus gibi resmî işlerin görüldüğü dairelerden başka şahsî arşivlere ve özel müesseselere de "şehir kütüphanesi"nde yer açmak gerekir. her matbaa bastığı kitapçık, arşiv, kart, gazete vs. gibi malzemeden ikişer nüshayı "şehir arşivi"ne göndermeyi kanunen tekellüf etmelidir. eski milletvekili, emekli bürokrat, yazar, gazeteci gibi kimseler de isterlerse şahsî arşivlerini şehir arşivine devredebilirler. "bilgi ve belge yönetimi" okumuş, arşivcilik sahasında ihtisas yapmış kimselerin uhdesinde "şehir arşiv"leri tasnif, dijitalleştirme ve bilhassa resmî müesseselere hizmet sunmak gibi vazifeleri yerine getirirler. evrakların gizlilik, mahremiyet derecesine göre devlet memurlarına, ilgili devlet dairelerine, araştırmacılara, gazetecilere vs. hizmet verilir. böyle bir şehir arşivi yapısı "devlet arşivleri başkanlığı" bünyesinde mi, kültür bakanlığı bünyesinde mi teessüs eder, bilemiyorum. ancak türkiye'nin yarınlara daha emin ve kuvvetli bir şekilde ulaşabilmesi için böyle bir çalışmanın gerekli olduğu âşikâr.

böylesi fikirler nerede, nasıl olgunlaşır? “edebiyat şehri” diye takdim edilen, bunu bir iddia olarak öne süren kahramanmaraş gibi şehirlerin bu hususta öne çıkması, model olması beklenir. türkiye için geliştirilecek modelde gaziantep'teki "kent arşivi" gibi işleri örnek almak doğru olmaz. belediye hesabına birkaç bin fotoğraf toplayıp ressâmlardan üç yüz, beş yüz tablo satın alarak kent arşivi kurulmaz. sözlü tarih çalışması yapıyorum diye bir kamera kurup iki eski hikâye dinlemekle yürütülmez bu işler. kahramanmaraş’ın aksu tv'sindeki "hayat ağacı" programının bir benzerini de belediye çalışanları üretmemelidir. gaziantep'in "kent arşivi" veya son yıllarda kahramanmaraş’ta kurulan müzeler, şimdi ekonomisi yerinde olan belediye bütçelerine bakıyor, o bütçeye bağımlılar. fakat şehir halkına mâl edilecek veya kendi ekonomilerini üretecek fikirlerden uzak, aceleye getirilmiş işler olarak yarınki hazin akıbetlerine yürüyorlar. “unesco yaratıcı şehirler ağı”na dâhil olmak için alelâcele kurulan müzelerin yarınlara ulaşması pek mümkün görünmüyor. zaten “turist çekmek” için kurulan yapılar, kendisi olarak değil eğlenceye yaradıkları kadar var olabiliyorlar. bugün maalesef kahramanmaraş, bir sivas veya erzurum kadar edebiyat şehri sayılabilecek durumda değildir. belki yarınlara uzanacak, köklü bir arşiv çalışmasıyla türkiye’nin bütün şehirlerine örnek olur da “edebiyat şehri” diye anılmayı hak eden şehirler arasına adını yazdırır.

(17mart-17eylül 2021 – kahramanmaraş)

[email protected]

@ustadmcezbe