“Gezegen sessizce uyarıyor; her ton karbon geleceğimizin aynasıdır. Şimdi karar zamanı: Harekete geçecek miyiz, yoksa bekleyip kaybedecek miyiz?”
Gerçek Artık Kapımızda
2025 yılına geldik. İklim krizini artık tartışmıyoruz, çünkü kriz kapıyı çalan bir misafir değil; evin içine yerleşmiş, hayatımızın her alanını yeniden tanımlayan bir gerçek. Soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, soframızdaki gıdayı ve bastığımız toprağı, her anımızı yeniden şekillendiriyor. Ancak bu ezici gerçek karşısında dünya tek bir yürek gibi atmıyor. İnsanlık, tarihinin en keskin yol ayrımında duruyor: Bir yanda geleceği kurtarmak için enkazı temizlemeye çalışanlar, diğer yanda kısa vadeli çıkarları uğruna ateşe odun atmaya devam edenler. Yarın çocuklarımıza bırakacağımız miras, bu derin ayrımın gölgesinde şekilleniyor.
İkiye Bölünmüş Bir Gezegen: Sorumlular ve Mağdurlar
Rakamlar acımasız ve net. Küresel emisyonların tam %62,5’i, sadece altı dev kaynağın omuzlarında: Çin, ABD, Hindistan, Avrupa Birliği, Rusya ve Endonezya. Bir yandan yenilenebilir enerjiye milyarlarca dolarlık yatırım yapıldığı açıklanırken, diğer yandan aynı ülkelerin bacaları ve egzozları atmosferi rekor seviyede kirletmeye devam ediyor.
Bu, modern çağın en büyük adaletsizliğidir. Krizi tetikleyenler belli olsa da, bedelini tüm dünya ödüyor. Yükselen deniz seviyeleri, toprağı kavuran kuraklık ve görülmemiş şiddetteki hava olayları, salımlarda neredeyse hiç payı olmayan ülkeleri bile vuruyor.
Dalgalı Politikalar, Sarsılan Güven
Küresel mücadeleyi baltalayan en büyük tehditlerden biri ise kararsızlık. Başta ABD olmak üzere bazı dev ekonomilerin iklim politikalarında bir ileri iki geri adım atması, ortak amaca duyulan güveni temelden sarsıyor. Bir gün iddialı “net sıfır” hedefleri ilan edilirken, ertesi gün yeni petrol ve kömür arama ruhsatları veriliyor. Bu tutarsızlık, iklimle mücadeleyi küresel bir sorumluluk olmaktan çıkarıp, çıkarların çarpıştığı siyasi bir pazarlık oyununa dönüştürüyor.
Türkiye'nin Kader Anı: Fırsat mı, Felaket mi?
Bu küresel karmaşanın ortasında Türkiye, tarihinin en kritik kavşaklarından birinde duruyor. 2023’te salınan yaklaşık 599 milyon ton CO₂ ve kişi başına düşen 7 tonluk oran, sorumluluğumuzun ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Artan nüfusumuz ve hızla sanayileşen ekonomimizin enerji talebi, bu baskıyı her geçen yıl daha da artırıyor.
2053 Net Sıfır hedefi ve 2026’da başlayacak Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), kağıt üzerinde atılmış tarihi adımlar. Ancak zafer, hedefleri ilan ederek değil, sahada kararlı aksiyonlar alarak kazanılır.
Türkiye’nin önünde iki net yol var:
Yeşil Dönüşüm ve Liderlik Yolu
Yenilenebilir enerji yatırımları hızlanır, karbon ticareti etkin bir şekilde işler ve uluslararası iş birlikleriyle yeşil dönüşüm finanse edilirse, Türkiye 2053 hedefine doğru kararlılıkla yürür. Bu yolun sonunda:
• Ekonomik direnç güçlenir.
• Temiz teknoloji ve yenilenebilir enerji alanında yeni istihdam olanakları doğar.
• Enerji talebi temiz, yerli ve güvenli kaynaklarla karşılanır.
• Türkiye, küresel pazarlarda rekabet avantajı yakalar.
Gecikmenin ve Kaybın Bedeli
Eğer reformlar ağır aksak ilerler, fosil yakıt teşvikleri sürer ve kısa vadeli ekonomik çıkarlar uzun vadeli yararın önüne geçerse, Türkiye artan emisyon ve enerji talebinin gölgesinde kalır. Bu yolun sonu ise:
• Daha sert seller, daha uzun kuraklıklar ve geri dönülmez ekolojik kayıplar.
• Tarımda düşen verim ve artan gıda güvensizliği.
• Yükselen enerji maliyetleri ve sarsılan yatırımcı güveni.
Kâr mı, Kayıp mı?
Yeşil dönüşüm artık sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda bir ekonomik büyüme ve enerji güvenliği stratejisidir. Bu dönüşümün getireceği enerji bağımsızlığı, sürdürülebilir istihdam ve düşük finansman maliyetleri gibi kârlar, gecikmenin yol açacağı kayıplardan çok daha ağır basmaktadır. Türkiye için soru bu kadar basit ve kritiktir: Kâr mı, kayıp mı?
Gelecek, bugünün seçimleriyle şekillenir. Gezegenimizin kaderi, attığımız her adımda yeniden yazılıyor. Harekete geçmekten başka şansımız yok.