Modern, yâni geniş mânasıyla seküler, pozitivist, agnostik, deist, materyalist zihniyetli insanlar ölüm denince ürperirler, tir tir titrerler. Çünkü Müslümanca yüreği yok onların. “Ölüm aklıma geldikçe korkuyorum” diyen modern zihniyete sahip olanlara, yâni ahmaklara acıyınız. Onlara ölüm bilgisine sahip olmasını tavsiye ediniz. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalım satan modern dünyalılara üstad Necip Fâzıl’ın mısraıyla “Soruversem: Haberin var mı ölümden?”

“ÖLÜMÜN YÜZÜ SOĞUK” DİYEN MODERN CÂHİLLER

“Ölümün yüzü soğuk” diyenler modernler, yâni câhil ve seküler güruh…  Azrail aleyhisselâm’ı, Kur’ân ve hadislerden tanıyıp bilmedikleri için ölümün yüzünü soğuk ve korkunç sanıyorlar. Modern dünyalılar ölümü tabiî ve lüzumlu bir ulvî hâdise olarak görmezler. Ölüm mağlubiyettir bunlara göre. Dehşet ve hiçlik duygusudur. Modern bilimin şimdilik güçsüzlüğünden dolayı kaybedilen bir savaştır. İnandıkları felsefe ve bilim onlara böyle öğretmiş ölümü. Hâlâ ölümü uzaklaştırabileceklerine inanıyorlar. Modern bilim ve felsefe onlara “her şeyi yapabilirsiniz, yenebilirsiniz” diyor.

“LÜTFEN BANA ÖLÜMÜ HATIRLATMAYIN” ÇIĞLIĞI ATAN MODERN DÜNYALILAR

“Lütfen bana ölümü hatırlatmayın” diyen modernlere Hz. Mevlâna’nın üslûbunca derim ki: Ey ahmak! Ölümden güzel bir şey var mı? Biz unutsak ta ölüm bizi unutmaz. Vakti saati geldiğinde kapıyı çalar gelir. “O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte size mutlaka ulaşacaktır…”  âyetine (Cuma sûresi / 8) inanmıyor musun?

Karacaoğlan’ın, dünyasına doymamış, gök ekini gibi taze insanlar için dediği “Var git ölüm sonra gel” mısraları sizi aldatmasın ve kötü gamlara düşürmesin.  Karacaoğlan modernler gibi ölümden korktuğu için figan etmiyor. Ölüme, Azrail aleyhisselâma inanıyor ve hürmet ediyor, fakat biraz fırsat vermesi için dilekte bulunuyor:  “Ölüm ardıma düşüp de yorulma / (…) / Akıbet alırsın komazsın beni / Var git ölüm bir zaman da gene gel / Şöyle bir vakitler yiyip içerken / Yiyip içip yaylalarda gezerken / (…) / Eşimle dostumla buluşamadım.”

Müslüman ecdadımız gibi ölüm bizim için gül bahçesine göçmektir diyemiyorsak, Yunus Emre Hz.lerinin yüzüne nasıl bakacağız? “Ölüm dosttan (Allah’tan) gelen dâvete icabettir / (…) /Yunus ölürse ne gam aşk içinde kardaşlar ” diyor. Ölümden ürperenlere onun mısralarıyla derim ki: “Bir gün Azrail / Sana da gelür / Bana da gelür” (…) “Ölüm demez yiğit, koca / Ya gündüz gelir yahut gece / (…) / Hani Ali, hani Osman? / Onlar oldu hepsi yeksan …”

Tereddüt etmek yakışır mı Müslümanca yüreği olan insana? Bu ulu dervişin mısraıyla “Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül” tâlimi yapalım, derim. Ölüme Müslümanca bakanlar, korku değil, muhabbet hissederler. Ölüme insan-ı kâmiller gibi dost olmak gerek: “Allah’a dost olana ölüm acısı olmaz. Acı olmayınca ölümden korkmak lüzumsuzdur.”

“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hak âşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler. Ötelerden haberdar olanlar, (…) şu insan kalabalığı gibi ölmezler” diyor Hz. Mevlânâ. Var mı aranızda böyle güzel bir ölüme tâlib olanlar? Dostlarımıza onun sözleriyle vasiyette bulunabilme cesaretini gösterebiliyoruz muyuz?  Bunun tâlimini şimdiden yapmalıyız?: “Öldüğüm gün tabutum götürülürken, (…) Benim için ağlama, yazık vah vah deme! (…) Cenazemi gömdüğün zaman firak, ayrılık deme! Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.”

GERİDEKİLERE İNSAN OLDUĞUMUZU HATIRLATMAK İÇİN ÖLELİM

İslâm düşünürü El Kindi: “Ölüm olmasaydı, insan olmazdı. Ölüm yoksa insan yoktur. Bir insan ölümlü değilse, insan olamaz.” Öyleyse geride kalanlara insan olduğumuzu hatırlatmak için ölelim. Kendi devrinde Asya’nın hâkimi olan Gazneli Mahmud gibi kudretli hükümdar bile daha tahtında iken ölümü sevmiş ve “Yoklansın kafası mezarda her ölenin; farkı var mı bakalım, hükümdarla kölenin” demiş. Ehl-i tasavvufun dediği gibi “Hangi güzel yüz ki, toprak olmadı. Hangi güzel göz ki, toprak dolmadı. Dünya hayatı yarımdır, ölünce tamamlanıyoruz.”

Şair Bahaettin Karakoç’un şiirinde ölüm suali üstüne insan hâlleri anlatılır. Ölümden ürperen modern okusunlar: “… Sordum ki ölümün aslı nedir? / (…) / Hiç ağlamamış bir hâkime sordum bu soruyu / Titredi deri değiştiren bir yılan gibi / Belli ki ölümü hiç aklına getirmemiş/ Herhalde iktidardan düşmek dedi /Açgözlü bir bezirgâna sordum bu soruyu / Bir servetine baktı, bir de dağlara / Ne fırtınalar atlatmıştı bugüne dek / Ölüm, bir iflastı kapkara / Şanlı bir güzele sordum aynı soruyu / Işıklı kanatları aniden buruşuverdi / İlk kez sıkışıyordu zaman aralığında / Ölüm, yaşlanmak dedi ve ıslandı kirpikleri / Umutsuz bir hastaya sordum aynı soruyu / Doktoruna baktı, baktı ve daldı / Doktorsa bir kalbin durmasıdır ölüm dedi…”

Çağdaş, kalkınmış, modern, seküler zümrelerin hâli böyle işte… Sakın onları “adam” sanmayın. Ölümden korkan insancıklardır onlar.

MODERNLER İÇİN ÖLÜM KARANLIK BİR DÜŞÜNCEDİR

Bize örnek olarak gösterilen Cumhuriyetin lâdini büyükleri (!) aydınlar ve ders kitaplarında yazıları ve şiirleri okutulan pozitivist ve seküler edebiyatçıların çoğu ölümden korkan zavallılardır. Onları ölüm karşısında zavallı yapan şey kapıldıkları Batı’nın düşünce ve felsefeleridir, “yaşamak İştahı” dır. Bu zavallı güruha göre ölüm rahatsız edici, hayattan koparıcı ve sonsuz karanlık bir düşüncedir. Cumhuriyet modernleşmesinin bu zavallılara öğrettiği şey: “Ölüm, insanların başarılarından hoşlanmayan tanrıların verdiği cezadır.” Bunların hâlini Necip Fâzıl mısralara çekmiş: “Ölümü sığdıramaz /Akıl daracık koğuk / Ölemez, çıldıramaz /Ağlarlar boğuk boğuk.”

ÖLÜM DAİMA GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE OLMALI

Doğduğumuza seviniyorsak, öldüğümüze de sevineceğiz. Ölüm daima gözümüzün önünde olmalı. Ölüm her an yoklayabilir. Kitap okurken, yazı yazarken, para sayarken, türkü dinlerken, haram mekânlarda eğleşirken, namaz kılarken… Elbette ölüm geldiğinde iyi amel üzere olmak bahtiyarlıktır.

AHMET DOĞAN İLBEY

[email protected]

Editör: TE Bilisim