Tarım ve Hayvancılık, insanoğlunun yaşamasının gerek şartıdır. Gıda ve beslenme güveni olmaksızın, ne canımızı koruyabilir, ne aklımıza sahip çıkabilir, ne malımızı saklayabilir, ne neslimizi sürdürebilir ne de kültürümüzü yaşayabiliriz. İnsanların var olabilmesinin gerek şartı olan gıda güvencesi sağlamayı, toplulukların günlük çıkarlarını yansıtan “megafon gazeteciliği” yaparak başaramayız. Kök nedenlere inmeli, dip dalgaları erken uyarı anlayışıyla kavramalıyız.

Küresel gelişmeleri yakından izleme sorumluluğumuz kadar kendi elimizin menzili altında olan kaynakları da net bilgilerle kavramamız gerekir. Tarım ve Hayvancılıkla ilgili düşündüklerimi sürekli gündeme taşıyorum. Ülkenin gerçek anlamda “bekası” olan gıda güvencesi sağlamayı enine boyuna sorgulamazsak, sorumluluklarımızı nasıl yerine getirmiş olabiliriz?

Sorunu bütün yönleriyle ele alarak, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma ilkesini hayata taşıma konusunda işbirliği yapmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yazdıklarımı virgülüne kadar eleştirmenizin düşünce dünyamı zenginleştireceğini içtenlikle belirtiyorum.

Mayıs 7, ’20

I

Tarımda “istihdam sorununa” başka açılardan bakalım

Virüs salgını insanlık gündemini değiştirdi. Tv ekranlarında çok fazla görmediğimiz sağlık akademisyenleri, uzmanlar ve saha uygulamacıları öne çıktı. Yaşanan zorlu krizi aşmanın teknik boyutu kadar, yaşam örgütlenmesinde de sağlıkçıların düşüncelerine başvuruluyor. Öyle anlaşılıyor ki, hafızalarda diri kaldığı sürece “sağlık sistemi örgütlemesi” gündemdeki yerini koruyacak.

Sağlık sistemlerinin kriz koşullarına göre örgütlenmesi tartışma gündeminin ilk sırasında yer alırken, ikinci sırada “iklim değişikliğinin etkileri” var. Üçüncü sırada “gıda güvenliği” bağlamında “tarımsal üretim” yer alıyor. Daha alt sıralarda “su yönetimi”, “istihdam”, “barınma”, “ulaşım”, ”enerji” ve “eğitim sistemleri” konusunda yeni bir bakışla çözümler aranması önem kazanıyor.

Financial Times’in yayınladığı “tarımsal istihdamın payları” görselini okumaya çalışıyorum: Görsel, 1900’dan 1990’a kadar Japonya, Almanya, İtalya, ABD, Fransa ve Birleşik Krallık verilerini yansıtıyor.

Dikkatimi 80 yıl önce yaşanan büyük bunalıma odaklıyorum: Görsel’de Japonya dikkat çekici gelişme gösteriyor. Yüzyılın başında toplam istihdamın yüzde 70’ını tarım kesimi oluşturuyor. Yüzyılın ilk yarasının 40 yılında ülkedeki tarım kesimi istihdamı yüzde 70’den yüzde 47’ye düşüyor. Büyük bunalım ve ardından savaş dönemini de kapsayan 1940-1950 arasında tarımdaki istihdam 5 puan yükselerek yüzde 52’ye ulaşıyor. Ardından gelen 10 yıl sonra 1960’da tarım kesimi istihdamı çok hızlı bir düşüşle yüzde 52’den yüzde 30’a iniyor. Yüzde 22’lik bir düşme gerçekleşiyor. Son 60 yılda, 1960’dan 2020’ye düzgün bir azalış sürüyor; tarımsal istihdamın payı yüzde 5’in altına iniyor.

ABD’de durum farklı: Geride bıraktığımız yüzyılın başlarında tarımdaki istihdamın payı yüzde 43. 1940’larda çok az bir tarımsal istihdam artışı var, ama yine de tarımın istihdamdaki payı yüzde 20. Savaş yıllarında yüzde 12’lere iniyor; 1950’den sonra 70 yılda ise yüzde 3’lerin altına iniyor. Savaş yıllarında tarım istihdamında Japonya’nın verdiği tepkiyi ABD vermiyor.

İngiltere’de yüzyılın başında tarım istihdamının payı yüzde 20, 1950’de yüzde 8, 2000’de yüzde 2’nin altına iniyor. Almanya’da 1950’de yüzde 30’a yaklaşan tarım istihdamı 2000’de yüzde 2’ler düzeyine iniyor.

Rakamlarla anlatmak istediğim açık: Tarımsal üretime göre endüstriyel üretim ve hizmet kesiminin verimliliği üç kat ise, büyük krizlerde tarımsal istihdamda artış eğilimi gözlesek bile aldanmayalım. Ciddi fikirler yerine sloganları koymayalım. Daha derin düşünelim, dijital dönüşüm de bugünkü geleneksel mal ve hizmet üretimine göre verimliliği artıracaksa, istihdamdaki gelişmesinin yönünü ve hızını değiştirmeyeceğini iyice sorgulamadan ezberlerlerin peşine düşmeyelim.

Türkiye’de durumu başka yazıda paylaşalım. Yakın coğrafyamızdaki ülkelerde tarımdaki istihdam oranlarına bakalım: İngiltere’de yüzde 1.7, Belçika’da yüzde 1.7, Almanya’da yüzde 2.4, Hollanda’da yüzde 2.7, Danimarka’da yüzde 3,3, Fransa’da 4,3, Yunanistan’da yüzde 16.3, Polonya’da yüzde 18,2… Kişi başına yaratılan gelir ile tarımda çalışanlar arasında ters yönlü bir ilişki var.

Zihninizde bir “medeniyet tasavvuru” yoksa hiçbir konuda tutarlı bir “strateji” kurgulayamayız.

“Haydi köyümüze geri dönelim” gibi romantik çağrılar tarımda gerçek yapısal reform alanlarından bakışımızı uzaklaştırır; “kritik kitle talebinin” oluşmasını engelleyebilir. Siyasi iradelerin “oy kaygısını” da dikkate aldığımızda, tarım işletmelerinin ivedi ihtiyaçları olan “rekabet edebilir ölçeklere” erişmesi gecikir; “rekabet edebilir teknolojik donanım” hedefi şaşar ve “rekabet edebilir yönetişim anlayışı” olgunlaşmaz.

“Ben bildiğim doğrudur” demeden çeşitliliği ve çok sesliliği artıralım, ölçü koyarak tartışalım ki “dayanıklılığımız” artsın.

Editör: TE Bilisim