Analiz

Küresel kaosun eşiğinde: Türkiye nasıl bir yol izlemeli?

Türkiye hem tarihsel nedenler hem de yaşadığımız coğrafyanın jeopolitik öneminden dolayı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da maruz kalacağı tehdit ve saldırılara karşı dokunulmaz ve yenilmez yeni bir güvenlik mimarisi oluşturmak zorundadır.

Küresel kaosun eşiğinde: Türkiye nasıl bir yol izlemeli?

Türkiye hem tarihsel nedenler hem de yaşadığımız coğrafyanın jeopolitik öneminden dolayı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da maruz kalacağı tehdit ve saldırılara karşı dokunulmaz ve yenilmez yeni bir güvenlik mimarisi oluşturmak zorundadır.

Prof. Dr. İsmail Safi / İstanbul, AA

Ankara Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Safi, küresel düzende ortaya çıkan kırılmalar karşısında Türkiye’nin nasıl bir strateji benimsemesi gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Günümüzde Birleşmiş Milletlere (BM) üye yaklaşık iki yüz devlet bulunmaktadır. Ancak bu devletlerin çoğu adeta kağıt üstünde devlet konumundadır. Bu devletlerin önemli bir kısmı Türkiye’nin yakın coğrafi ve sosyo-kültürel hinterlandı içinde yer alan Orta Doğu, Afrika ve Asya topraklarında yer almaktadır. Aslında günümüz devlet ve toplumlarının çoğu kendi içinde tam olarak aşamadıkları tarihsel, etnik, dini, sosyo-ekonomik onca içsel sorunların yanı sıra yoğun düzensiz göçler, Kovid-19 benzeri salgınlar, iklim krizine bağlı açlık, susuzluk, kuraklık, orman yangınları, seller ve son olarak da bölgesel ve küresel hegemon devletlerin politikaları sonucu doğrudan saldırılar ya da terör örgütleri üzerinden asimetrik saldırılarla istikrarsızlık ve zayıflığa mahkum edilebileceklerdir.

Bu bağlamda, Asya, Afrika ve Orta Doğu ülkeleri değil aynı zamanda gelişmiş Avrupalı devlet ve hükümetler de bugün ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasi bloğunun zaferiyle birlikte tüm dünyada özgürlük, barış ve refah sloganlarıyla iyimser bir hava esmiş, demokratik rejimler ve hükümetler önemsenmiş ve belki de hak ettiklerinden de fazla ilgi görmüşlerdir. Ancak demokratik rejimlerin görünüşte cazip ama özünde kırılgan doğaları, siyasal istikrasızlığa ve popülist pragmatizme dayalı hükümet yapıları zamanla devlet aygıt ve kurumlarının zayıflamasına neden olmuştur. Dolayısıyla tıpkı az gelişmiş uluslar gibi Avrupalı demokratik devletler de görece bir refah ve istikrarlı dönemlerin sonuna doğru yaklaştıklarının işaretini vermektedirler. Özetle, bu devlet ve hükümetlerin birçoğu içsel ve dışsal faktörlerin zorlamasıyla yakın bir gelecekte yönetilemez ve işlemez duruma (failed-state) düşebilirler.

Dolayısıyla, modern dünyanın burjuva haklarına dayalı kapitalist anlayışın inşa ettiği kırılgan temelli demokratik hükümetler günümüzde baş gösteren yeni tehditler çerçevesinde tahkim edilmeye ve yeni şartlara göre yeniden tasarlanmaya muhtaçtır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra savaşlardan yorulan ve tükenen Avrupa ulusları bir araya gelerek Avrupa Birliği (AB) şemsiyesi altında görece barış, demokrasi ve güvenliğini sağlayacak mekanizmaları kurmayı başarmışlardır. Ancak günümüzde özellikle baş gösteren refah kayıpları, yoksul ülkelerden gelen düzensiz göçmenlerin taşıdıkları derin sorunlar, toplumsal ve ekonomik kırılganlıklar Batı'nın devlet ve toplum düzenini derinden sarsmaya başlamıştır. Son iki asrını Batı'ya öykünerek geçiren ve onların devlet, toplum ve hukuk düzenini kendine uyarlayan Türkiye de benzer sorunlarla boğuşmak zorunda kalacaktır. Batı toplumları kendilerini bekleyen bu sondan nasıl kurtulacak bilemeyiz ama bizler devletimizi, siyasetimizi ve toplumumuzu yeni şartlara ve muhtemel risklere göre şimdiden dizayn edebilirsek, karşılaşacağımız tehditlerle baş edebiliriz. Bu sayede de büyük Türkiye’yi ve özenle sahiplendiğimiz Türkiye Yüzyılı'nı inşa edebiliriz.

Türklerin kadim devlet anlayışı ve devletin bekası meselesi

Esasen toplumu, düzeni, nizamı, özgürlüğü, adaleti ve hukuku koruyan devlettir. Devlet olmadan bunların ayakta kalması düşünülemez. Çağdaş demokrasiler maalesef geçmişin kadim devlet olgusunun yerine popülist hükümetleri ikame ettiler ve yücelttiler. Böylelikle devletlerin binlerce yıllık tarihsel süreçlerden gelen aklını, hafızasını ve derin sezisini temsil eden devlet adamı yerine, salt güç ve iktidar hırsıyla seçimleri kazanmaya odaklı politikacıları ve onların hükümetlerini koydular.

Türklerde devlet kurumu ve kavramı modern ulus-devlet teorilerinin ötesinde derin anlamlar kazanmış hatta kendisine kutsallık atfedilen istisnai bir müessese ola gelmiştir. Tarih sahnesine çıktıkları iki binyıllık süreçte 16 büyük devlet ve imparatorluk kuran bu millet için Türk demek adata devletli olmak demekti, onlar devletsiz yaşayamazlardı. Öyle ki binlerce yıllık bir devlet geleneğinden gelen ve ebet müddet devlet geleneğiyle tarih sahnesinde hep var olabilen; hanlıklar, hakanlıklar, sultanlıklar, imparatorluklar ve cumhuriyetler kuran Türk milletinin modern Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın, “Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü...” diye başlayan bu cümlesi aslında ebet müddet devlet düşünce ve mefkuresinin yani kadim devlet geleneğinin modern versiyonundan ve ifadesinden başka bir şey değildir.

Devleti Allah’ın yeryüzündeki düzeninin (nizam-ı alem) temsilcisi olarak gören Türkler için devlet politik bir aygıt olmanın ötesinde, “İlayi Kelimetullahı Tüm Cihana Hâkim Kılma” mefkuresi taşıyan, mazlum halkların yanında olan, adalet, merhamet ve insaniyet adına cihat eden, nizam-ı alem davası güden, kutsal bir devlet yani Devlet-i Alidir. Esasen bu misyon aynı zamanda Türk milletine tarih boyunca büyük imparatorluklar ve yüksek medeniyetler kurduran tılsımlı şifreler ve kodlardır.

Türkiye’nin ve coğrafyanın güvenliği meselesi ve öneriler

Tarihe ve dünya haritasına baktığımız zaman Türkiye’nin Türkiye’den çok daha büyük olduğunu görürüz. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti devleti bugünkü sınırlarının çok ötesinde, üç kıtaya kök salmış Selçuklu ve Osmanlı toprakları, İslam ülkeleri ve bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleri ile geniş bir medeniyet alanına ve havzasına tekabül eden bir jeopolitik derinliğe ve sosyolojik gerçekliğe sahiptir.

İşte böyle bir coğrafya ve tarihsel hasımlarla dolu bir dünyada Türkiye tarihsel yolculuğuna kesintisiz devam edebilmek için öncelikle çok güçlü bir ordu ve bu orduyu teçhiz edecek yerli ve milli sağlam bir savunma sanayii geliştirmek zorundadır. 1930’lu yıllarda uçak üretebilen bir Türkiye’nin daha bundan 10 yıl öncesine kadar bir piyade tüfeği bile üretememiş olmasını devletimiz ve milletimiz ibretle muhasebe etmelidir. Ancak artık herkes biliyor ki Türkiye artık bir daha durdurulamayacak ve geri döndürülemeyecek şekilde Kızılelma yolunda emin adımlarla tarihsel yolculuğuna devam etmektedir.

İşte tam bu noktada Türkiye’nin tarihsel hasımlarının ve şer odaklarının oyun planlarını bertaraf edebilecek yüksek güvenlik algısı olan devlet organizasyonu ve yapılanmasını oluşturması da acil önem arz etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye devlet-hükümet yönetimi görev ayrımını hassasiyetle yaparak, hükümetlerin popülist, güncel, konjektürel politika ve eylemlerinin yerine devlet aklını, stratejisini ve kurumlarını merkeze alan uzun erimli bir yaklaşımı benimsemeli, hayata geçirmeli ve bunu da anayasal güvence altına almalıdır. Bunun için öncelikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç bürokratik yönetim yapısı tahkim edilerek devlet aklı, stratejisi ve mefkuresinin egemen olduğu bir devlet yönetim sistemi inşa edilmelidir. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti devleti popülist siyaset ve iktidarların salt seçimi kazanmaya odaklı politik hırslarına terk edilmemiş olacaktır.

Günümüzde güvenlik sorunları geleneksel yapısından giderek farklılaşmış ve ileri teknolojiyle bütünleşik, sofistike bir yapıya bürünmüştür. Dolayısıyla, ulaşım güvenliği, enerji güvenliği, sağlık güvenliği, çevre güvenliği, su güvenliği, gıda, tohum ve gen güvenliği, göç ve mülteci güvenliği, KBRN (kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer) güvenlik, alçak irtifa hava sahası güvenliği ve siber güvenlik gibi yeni güvenlik alanları ve sorunları ortaya çıkmıştır. Bu noktalardan hareketle, coğrafyamızın ve dünyamızın hızla büyük bir kaosa doğru sürüklendiği bir dönemde Türkiye’nin modern-demokratik ulus devletlerde rastlanan ve klasikleşen ancak yetersizliği kanıtlanan bir güvenlik yapılanmasıyla güvenliğini ve bekasını koruyamayacağı açıktır. Nasıl ki ABD 11 Eylül saldırılarıyla güvenlik paradigmasında ve yapılanmasında köklü bir değişikliğe giderek Anavatan Güvenliği (Homeland Security) adıyla İç Güvenlik Bakanlığını kurmuşsa benzer şekilde, 15 Temmuz hain darbe girişimi ve son dönemlerde yakın coğrafyamızın içinde bulunduğu acil tehditler göz önüne alındığında, ülkemizi de benzer tedbirler almalıdır. Dolayısıyla, "Güvenlik Afet ve Acil Durum Bakanlığı" yani "Milli Güvenlik Bakanlığı"nın kurulması elzemdir.

Sonuç olarak, binlerce yıldır tarih sahnesinde olan, onlarca büyük imparatorluk ve devletler kuran ve bin yıldır Anadolu’yu kendine vatan ve yurt yapan Türk milletinin tarihsel düşmanlıklarla örülü bitmeyen güvenlik riskleri ve tehditleri olduğu gerçeği görmezden gelinemez ya da hafifsenemez. Asırlardır İslam’ın ve insanlık değerlerinin sancaktarlığını yapan, son büyük devletimizin ve medeniyetimizin temsilcisi Osmanlı Devleti'nin 20. yüzyılın başında düveli muazzama tarafından dramatik işgali tüm milletimizin hafızasında derin izler bırakmıştır. Bu noktadan hareketle, Türkiye hem tarihsel nedenler hem de yaşadığımız coğrafyanın jeopolitik öneminden dolayı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da maruz kalacağı tehdit ve saldırılara karşı dokunulmaz ve yenilmez yeni bir güvenlik mimarisi oluşturmak zorundadır.

[PROF. DR. İSMAİL SAFİ, Ankara Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesidir. Ayrıca, 24. Dönem İstanbul Milletvekili ve önceki dönem Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.