Dr. Makbule Yalın / İSTANBUL, AA
TBMM AB Uyum Komisyonu Danışmanı Dr. Makbule Yalın, devletlerin siyasi nedenlerle birbirlerine uyguladıkları yaptırımların etkilerini ve bu yaptırımların ülke ekonomileri üzerinde oluşturduğu tehditleri AA Analiz için kaleme aldı.
***
Uluslararası sistemde son dönemde sıklıkla ifade edilen yaptırım uygulama ihtimalleri küresel ekonominin kırılgan dengelerini doğrudan etkilemektedir. ABD'de Başkan Donald Trump yönetiminin "gaslighting" politikası kapsamında öngörülemez nitelikte atılan tarife ve kısıtlama adımları, geleneksel ittifak ilişkilerinde dahi belirsizlik yaratırken, Rusya'ya yönelik enerji ve finans kısıtları, İran’a dönük ikincil yaptırım tehditleri ve Çin teknoloji sektörüne getirilen engeller ekonomik ilişkilerin yönünü yeniden belirlemektedir. Bu gelişmeler, yaptırımların yalnızca diplomatik ve siyasi bir baskı aracı değil, aynı zamanda küresel ekonomi politiğinin merkezinde yer alan stratejik bir enstrüman haline geldiğini ve büyük güçler ile müttefikler arasındaki dengeyi doğrudan etkilediğini göstermektedir.
İnsan hakları ihlali gibi uluslararası sistemi ilgilendiren önemli konularda bir ülke ile diplomatik anlaşma yolları tıkandığında ve savaşın da maliyetlerinden kaçınıldığında devreye alınan ekonomik yaptırımlar, hedef alınan ülkenin davranışını gerçekten değiştirebiliyor mu yoksa sadece uluslararası kamuoyuna verilen bir mesaj mı? En önemlisi verilen bu mesajların bedeli nedir?
Diğer önemli bir nokta da siyasi açıdan uluslararası sistemde güç dengelerini test eden bir araç haline dönüşen yaptırımların hangi mekanizmalar üzerinden işletildiğidir.
Yaptırımların etkinliği
Yaptırımların etkinliği tarih boyunca sabit bir başarıyla ölçülememiştir. Sonuçları her zaman uygulamanın kapsamı, uluslararası destek, hedef ülkenin ekonomik gücü ve siyasi yapısı gibi faktörlerin birleşimine bağlı olarak şekillenmiştir.
Örneğin, 1990'larda Irak'a uygulanan ambargolar Saddam Hüseyin'in bazı temel mallara erişimini kısmen engellerken, komşu ülkeler ve kaçakçılık ağları aracılığıyla etkisi sınırlı kaldı. Koalisyon ülkeleri ise düşük maliyetle hedeflerine ulaşabildi. Aynı dönemde Yugoslavya'ya karşı uygulanan yaptırımlar, güçlü koalisyon desteği sayesinde belirli ölçüde etkili oldu. 2006 sonrası Kuzey Kore'ye uygulanan BM yaptırımları çok taraflı hareket sayesinde nükleer programda kısmi baskı oluşturabildi. 2012'de İran’a uygulanan SWIFT kısıtlamaları kısa vadede müzakereleri etkilerken, Pyongyang alternatif finansal kanallar sayesinde benzer baskılardan kaçtı.
Yaptırımların uygulanmasında süreklilik ve kararlılık da kritik bir eşiği temsil etmektedir. Örneğin, kısa süreli veya sık esnetilen yaptırımlar caydırıcılığını kaybederken, uzun soluklu uygulamalar hedefi stratejik kararlarını gözden geçirmeye zorlayabilir.
Güncel örneklerde ise Rusya, 2022 sonrası Asya pazarlarına yönelerek Avrupa yaptırımlarını kısmen bertaraf etti. İran ise geçtiğimiz aylarda Hürmüz Boğazı üzerinden petrol fiyatlarıyla küresel maliyetleri dağıtacaktı. Tüm bu örnekler gösteriyor ki yaptırımların başarısı yalnızca uygulamaya değil, uluslararası destek, alternatif kanallar, ekonomik güç, siyasi yapı, süreklilik ve insani sonuçlar gibi çok katmanlı faktörlere bağlıdır.
Yaptırımların uygulanmasındaki samimiyet karinesi
Ayrıca, yaptırımların amacına uygunluğu, çözümü kolaylaştırıcı nitelikte olması, samimi uygulanması ve birden fazla ülkeye uygulanırken belirli standartların gözetilmesi kritik önemdedir. Ancak uygulamada bu ilkeler çoğu zaman ihmal edilmektedir.
Örneğin, insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda ABD, Orta Doğu ülkelerine tereddütsüz yaptırımlar uygularken, İsrail’e karşı bugüne kadar gerçekçi bir yaptırım devreye girmemiştir. Benzer biçimde, geçtiğimiz haftalarda ABD, Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında Rusya'dan enerji ithalatı yapan ülkelere ek gümrük vergisi uygulayarak savaşın finansmanını durduracağını iddia etmiş, ancak bu karar yalnızca Hindistan'a uygulanmış ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin haklı tepkisine yol açmıştır. Modi, ABD'nin doğrudan Rusya'ya yaptırım uygulamama gerekçesini sorgulamıştır.
Öte yandan, Rusya'dan enerji ithal eden ülkelere yönelik yaptırım açıklamaları belirsiz ve sınırlı kalırken, geçtiğimiz günlerde Putin ile Alaska'da düzenlenen zirve öncesinde, ABD'nin Rus buz kırıcı gemilerinin kullanımına dair bir anlaşmaya vardığına ilişkin iddia Reuters tarafından gündeme taşındı.
Benzer şekilde Norveç Devlet Varlık Fonunun Gazze'de savaşın başladığı hafta İsrail savunma şirketi hisselerine yatırım yapması ve daha sonra hisselerin düşüş eğilimine girmesiyle İsrail'e destek vermeyeceğini açıklaması, ülkelerin yaptırımlarda çözüm odaklı samimiyetinden çok kendi çıkarlarını öncelediklerini göstermektedir. Benzer şekilde Avrupa Birliği (AB) de Rusya ile iş yapan Çin bankalarına yönelik yaptırımlar uygulayacağını açıklamıştır. Tüm bu örnekler, yaptırımların hedefe ulaşabilmesi için şeffaf, tutarlı ve evrensel standartlarda uygulanmasının ne denli hayati olduğunu ortaya koymaktadır.
Tehdit ekonomisi
Devletler tarafından uygulanan yaptırımlar günümüzde kendilerine çoğunlukla devletlerin denetimi dışında kalan alanlarda geliştirici bir zemin ve kaçış yolları bulmakta ve devlet dışı aktörlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Ekonomik yaptırımlar geleneksel olarak hedef ülkeleri belirli bir politika değişikliğine zorlamak amacıyla uygulanırdı. Bu sayede etkisi ölçülebilir, sınırlıydı. Ancak günümüzde yaptırımların doğası değişti ve amaçlarından saparak klasik nedensellik ilişkileri tersine çevrildi.
Artık yaptırımlar, yalnızca hedef ülkenin ekonomik faaliyetlerini sınırlamakla kalmıyor aynı zamanda finansal piyasalar ve sermaye akışları üzerinden sessiz ama yaygın bir kontrol mekanizmasına dönüşerek, öngörülemez dalgalanmalar yaratıyor ve küresel risk primlerini yükseltiyor. Hedef ülkeler, doğrudan müdahale veya enerji ambargosu olmadan baskı altına alınırken, yaptırım uygulayan ülkeler dahil tüm piyasalarda da kırılganlık artıyor.
Bu yeni yaklaşım, ekonomik güvenlik kavramını kökten yeniden tanımlayarak, yaptırımları sadece diplomatik bir baskı aracı olmaktan çıkarıp finansal sistemin kırılganlıklarını tetikleyen spekülatif bir mekanizmaya dönüştürmektedir.
Siyasi söylemlerin ekonomi üzerindeki etkisi
Siyasi yaptırımlar ülke ekonomilerini ciddi manada olumsuz etkiliyor. Mayıs 2018'de İran'a yönelik "tarihin en ağır yaptırımları" ifadesi, riyalin birkaç hafta içinde serbest piyasada yarı yarıya değer kaybetmesine neden oldu. İran'ın doğrudan yabancı yatırım girişi 2017'de 5 milyar dolar seviyesindeyken 2019'da 1,5 milyar doların altına geriledi. [2]
2019'da Çin ile tırmanan ticaret savaşında Trump'ın attığı tweetler dahi, Şanghay Bileşik Endeksi’nde iki gün içinde yüzde 5 kayıp yaratırken, aynı dönemde ABD Hazine tahvillerine güçlü girişler gözlendi. [3]
Bu eğilim günümüzde de farklı biçimlerde devam ediyor. 2024 başkanlık seçimleri sürecinde Trump, Çin ve Meksika'ya yönelik olası yeni yaptırımları gündeme getirdi. Bu açıklamalar, Trump'ın göreve gelmesi ile birlikte Çin para birimi yuanın 2025 yılı ilk çeyrekte dolar karşısında yaklaşık yüzde 7, Meksika pesosunun ise bir haftada yaklaşık yüzde 4 değer kaybetmesine yol açtı. Institute of International Finance (IIF) verilerine göre aynı dönemde gelişmekte olan ülkelere yönelik portföy akışları 12 milyar dolar azaldı; buna karşılık ABD'nin kısa vadeli tahvillerine net girişler 15 milyar doları aştı.
Ekonomik hegemonya
Devletler artık klasik savaş ve sömürü düzeniyle fakirleştirilmiyor aynı zamanda finansal piyasalar üzerinden sessiz bir kuşatma altında tutuluyor. Bankacılık, uluslararası ödeme sistemleri ve sermaye hareketleri ekonomik güvenliği doğrudan hedef alan yeni bir silah haline gelmiş durumda. Bu "finansal sömürgecilik” karşısında Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve G20 gibi ulus-üstü kurumlar derhal harekete geçmeli, yaptırımların spekülatif etkilerini sınırlayacak ortak kurallar ve öngörülebilir mekanizmalar geliştirmelidir.
IMF bugün bu alanı doğrudan ele almasa da küresel finansal istikrarı sağlamakla yükümlü kurumların, sessiz ama etkili bu kuşatmaya karşı somut politika araçları üretmesi artık kaçınılmazdır. Aksi takdirde, finansal piyasalardaki bu yeni savaş biçimi yalnızca hedef ülkeleri değil, tüm dünya ekonomisini kırılgan bir yapıya mahkum edecektir. Yaptırım silahının sıklıkla kullanılması neden olduğu yapısal zararlar ile birlikte küresel sistemi daha da kutuplaştıracaktır.
[1] TCMB, Bloomberg
[2] UNCTAD
[3] IMF, Rhodium Group
[Dr. Makbule Yalın, TBMM AB Uyum Komisyonu Danışmanıdır.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editoryal politikasını yansıtmayabilir.