Modernizm bizleri kendisine benzetti

Abdullah ŞANLIDAĞ

Biz muhafazakarlar iktidar olmadan önce daha samimi ve ihlaslıydık. Tüm kavgamız, Allah’a daha layık bir kul olabilmek ve yaşadığımız dünyayı İslami dinamikler ölçüsünde değiştirmekti. Düşündüğümüz ve dile getirdiğimiz temel ilkelerin sosyolojik olarak bir gerçekliği ve toplumda karşılığı vardı.

Ancak bu gerçekliği topluma uyarlamanın ve inandığımız değerleri hakim kılmanın, yaşadığımız ülkede ne denli mümkün olabileceğini hiç düşünmedik. İktidar olduğumuzda, toplumu tavandan tabana doğru dönüştürmeyi hayal ediyorduk. 22 yıllık iktidar neticesinde gördük ki, inandığımız ve hakim olmasını istediğimiz temel dinamiklerin, toplumda pek bir karşılığı yok. Çünkü, biz de iktidar olmadan önce eleştirdiğimiz kesimlere benzemeye başladık.

Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe karşısında, develerinin derdine düşen Abdulmuttalib’e benzedik.

Mekke’nin Abdülmuttalib’i, develerinin derdine düşerken bile bu kainatın bir mutlak yaratıcısı olduğuna inanıyor, kutsala savaş açan oligarşik güçlerin mutlaka mağlubiyet yaşayacaklarını düşünüyordu. Bugün bizler ise sadece develerimizin davasını güdüyoruz. Artık laik zümre bizlerden korkmuyor.

Halbuki onlar dindarların iktidar olduklarında toplumu İslami ilkeler doğrultusunda dönüştüreceklerini sanıyorlardı. Gelinen süreçte hem onlar ve hem de biz, yaşanan hayatla, düşlenen hayatın aynı şeyler olmadığını görmüş olduk.

22 yıllık AK Parti iktidarı, hem bizleri ve hem de laik kesimi müthiş bir şekilde terbiye etti.

AK Parti iktidar olmadan önce laikler kendilerini modern ve ileri sınıf olarak tanımlıyorlardı.

Bizler ise kadim değerlerin ve köklü bir inancın sahipleriydik. Laikçiler tarafından haksızlığa uğratıldığımızı söylüyorduk. Biz Müslümanlar laikçilerin gözünde hiçbir zaman modernleşememiş, akıl ve bilimden nasibini alamamış kesimlerdik. Bizim gözümüzde laikçiler ise din düşmanı ve Kemalist, despotik bir zümreydi.

Aslında o dönemde de cemaatlerin ideolojik bakışı vardı. Gizemli dünyalarından sıyrılıp, iktidarın bir ucundan tutan cemaatler, gücü ele geçirdiklerinde, önce iktidara darbe yapmaya kalkıştılar. Gücünü cemaatlerle paylaşmak istemeyen iktidar, cemaatin iktidarı ele geçirmesine geçit vermedi.

Nitelik ve kalitesi tartışılabilir ancak bugün gelinen noktada dindarlar çoğunlukta, laik Kemalist kesim ise azınlıkta kaldı. Batıya ve militarizme sırtını dayayarak dindarlara baskı yapan laiklerin etkin bir gücü kalmadı. Asker, öyle laiklerin ve sermayeyi elinde tutan güçlerin emriyle bir çırpıda darbe yapacak gücünü yitirdi. Bu noktada taşların yerine oturduğunu söyleyebiliriz. Bugün dindarlar Kemalizm’i sahiplenmemiş olsalar, Kemalizm’in ideolojik hegemonyası çoktan bitmiş durumdadır. Her iki taraf için de durumun kalıcı olarak değiştiğini söylemek bugün için erken. Aşırı devletçilik dindarları ideolojik açıdan tahkim etmiş bulunuyor. Laik ve solcular ise, inandıkları değerlerden hızla uzaklaştılar. İki tarafta savrulmuş durumda. Bundan sonraki süreçte laiklerin iktidar olmasının imkanı bulunmuyor.

Hem genel ve hem de yerel seçimlerde laikçiler şansını kaybetti. Geldiğimiz noktada verilen mücadelenin bir kültür savaşı olduğunu söyleyebiliriz.

Derinlere indiğimizde, iki kesimin de inandıkları değerlerden hızla uzaklaştıklarını görüyoruz.

Kimlik ve şahsiyette dejenerasyon başladı.

Kimin neye benzemek istediğini kestirmek bile güç. Daracık pantolon giyen örtülü bayanın, hangi dünya görüşünü savunduğunu bilmiyoruz. Dindar ailelerin çocukları kafelerde ömür tüketiyorlar. Hem laiklerde hem de dindar kesimde geleneği kökten dışlama gibi absürt yönelimler var. Meselenin sadece siyasetle ilgili olmadığını ve gücü ele geçirmekle bazı şeyleri değiştiremeyeceğimizi anlamamız gerekiyor. Hem laikler ve hem de dindarlar kendi doğrularının tek doğru ve hakikat olduğu inancını koruyorlar. Bu durum hayatın gerçeklerine aykırıdır. Çünkü dindarların kendi doğrularının tek doğru olduğuna inandıkları ilkeler, gerçeklikle örtüşmüyor. İslâm dininin saf ve duru gerçeklerine inanan ve onu hayatında yaşamaya çalışan, ne kadar Müslüman kaldı ki? Tek doğru ve hakikat diye savunduğumuz ilkeler, kendi düşünce ve yorumlarımızdan ibarettir. İslam’ı kendimize uydurmaya başladık. Ney, nasıl ve ne şekilde işimize geliyorsa öyle inanıyoruz.

Yaşadığımız hayatı anlamak ve yorumlamak konusunda temel düsturumuz İslami ilkeler olsa, mesele kalmayacak. Hiç kimse kendi inanç ve düşüncelerini, “İslam budur” diye karşısındakine dayatmaya kalkışmasın. Çünkü aziz İslam, sizin anlayış ve idrakinizden çok daha büyük ve ulvidir.

Neyi anlatmaya çalışıyorum? Aslında söylemek istediğim şu: Artık hiç kimse bizim yaşantımıza bakarak Müslüman olmuyor. İnsanların bizden ve temsil ettiğimiz dinden emin olmaları gerekiyor.

Mekke müşrikleri bir putperest oldukları halde, emanetlerini Hazreti Peygambere bırakabiliyorlardı. Risaletle görevlendirilen peygamberin duruşu, yaşantısı ve söyledikleri yürektendi. Onun samimi olduğunu ve asla yalan söylemeyeceğini, insanları aldatmayacağını herkes takdir ediyordu.

Bugün iktidarla, parayla, mal ve mülkle sınanan bizler, acaba peygamberin savunduğu ilkelere ne derece yakınız? Bizimle laikler arasında yaşantı ve inanç olarak bir fark kaldı mı? Sözünüz ve tavsiyeleriniz çocuklarınıza dahi geçmiyorsa, arızanın neden kaynaklandığını ve oluşan fay hatlarının sebebini irdelememiz gerekmiyor mu? Buharlaşıp yok olmakla karşı karşıya olduğumuzu anlayalım artık. Birlikte yaşamak istiyorsak, ötekini dinlemeye ve anlamaya çalışalım. Çoğunluk olmak ve gücü ele geçirmek yetmedi. Bizler de demokrasiyi kendi anlayışımıza göre yorumlamaya başladık. Siyasetin zihniyeti kör ve sağırdır. Eleştirilmek zoruna gider. Bakarsınız, sizi bir çırpıda hain ilan ederler. Eskiden laikler, kazanmak için her şeyi mubah görürlerdi. Şimdi bu habis alışkanlık bize de bulaştı. Dikkat edelim, ahlak çöküyor. Aile kurumu yara aldı. Adaletin olmadığı bir güç, olsa olsa zalim olur. Güçlü zalim olmaktansa, varsın acziyet ifade etsin, güçsüz adaleti tercih ederim. Hem adil, hem de güçlü olabilmek bu kadar zor mu? Hayat pahalılığının dahi iktidarın karnesine eksi not olarak düşmediği bir zeminde ilerliyoruz. Tamam, laikler artık marjinal bir grup ve yakın vadede iktidara gelmelerinin imkanı yok.

Peki, iktidarda olan ideoloji ve sosyoloji neyi tanımlıyor? Millet olarak, mütedeyyin İslamcı kesimler olarak bu kadar savrulmamızın bir özeleştirisini yapmamız gerekiyor. Laiklik ve Kemalizm miadını doldurdu, eyvallah. Süregelen yeni ideoloji de pek sağlıklı görünmüyor. İyi bir yönetim, iyi bir demokrasi, ötekini dinlemek ve anlamaktan geçiyor.

Onlar sözü dinler, doğrusuna tabi olurlar.

[email protected]