Nizamettin BİLİCİ
nizamettinbilici@gmail.com
Uzungöl’e yolu düşen herkes aynı hissi yaşar: hayranlık ve tedirginlik aynı anda. Sis gölün üzerine ağır ağır inerken ortaya çıkan manzara büyüler; hemen ardından kalabalık, trafik ve yapılaşma baskısı insanın içini burkar. Bir tarafıyla hâlâ cennet, diğer tarafıyla geleceği konusunda soru işaretleri taşıyan bir yerden söz ediyoruz. Uzungöl bugün, güzelliğiyle olduğu kadar kaygılarıyla da konuşulmayı hak eden bir eşikte duruyor.
Bu yazıyı yalnızca bir gözlemci olarak değil, Çaykara ilçesine kayıtlı bir birey ve bu topraklarla bağı olan biri olarak kaleme aldım. Fırsat buldukça köyüme ve Uzungöl’e keyifle giderim. Ancak her gidişimde, Türkiye’nin gözbebeği olan bu eşsiz doğa alanını kaybetme ihtimaliyle yüzleşmek beni derinden düşündürüyor. Bu satırlar, biraz da memleketimde olan biteni izlerken duyduğum kaygının ürünüdür.
Yıllardır bu coğrafyada turizm konuşuluyor. Daha fazla ziyaretçi, daha fazla tesis, daha fazla gelir… Kâğıt üzerinde tablo parlak. Ancak sahaya inildiğinde başka bir gerçek beliriyor. Göl çevresi her yıl biraz daha sıkışıyor. Yapılar artıyor, araç yoğunluğu büyüyor, doğanın nefes alacak alanı daralıyor. Uzungöl’ü özel kılan doğallık, tam da bu yüzden aşınıyor.
Ama mesele yalnızca beton ya da trafik değil. Son yıllarda Uzungöl’le ilgili sıkça dile getirilen başka bir sorun daha var: ziyaretçi deneyimi ve fırsatçılık algısı.
ZİYARETÇİ DENEYİMİ VE GÜVEN MESELESİ
Uzungöl’e gelen birçok ziyaretçi, özellikle yoğun sezonlarda; fiyat–hizmet dengesi, standart dışı uygulamalar ve “nasıl olsa geliyorlar” anlayışı konusunda farklı görüşler dile getiriyor. Bu eleştirilerin tüm işletmelere mal edilmesi elbette doğru değil. Bölgede işini hakkıyla yapan, emeğini ve doğayı koruyan çok sayıda işletmeci var. Ancak birkaç olumsuz örnek bile, bütün destinasyonun algısını zedelemeye yetiyor.
Turizmde en pahalı şey, kaybolan güvendir. Bir ziyaretçi bir kez hayal kırıklığı yaşadığında, çoğu zaman geri dönmez. Daha da önemlisi, bu olumsuz deneyimi çevresiyle paylaşır. Bu durum yalnızca bugünü değil, Uzungöl’ün uzun vadeli itibarını da etkiler.
TRAFİK, YAPILAŞMA, GÜVEN VE DOĞAYA UYUM AYNI BÜTÜNÜN PARÇASI
Uzungöl’ün bugünkü yükünü sadece fiyatlar üzerinden okumak eksik olur. Trafik sorunu, doğayla uyumsuz yapılaşma, siluet kaybı, altyapı baskısı ve ziyaretçi güveni aynı zincirin halkalarıdır. Göl çevresinin araçlarla kuşatılması, yürünebilir alanların daralması ve plansız yapılaşma; hem doğayı hem de ziyaretçi deneyimini doğrudan etkiliyor.
Buraya gelen insanlar doğayla baş başa kalmak isterken, kendilerini karmaşanın içinde bulabiliyor. Oysa Uzungöl, hızlanılan değil; yavaşlanılan, durulan ve hissedilen bir yer olmalı.
YAPILAŞMA: İHTİYAÇ MI, SINIRSIZLIK MI?
Bölge halkının barınma ve geçim ihtiyacı elbette göz ardı edilemez. Ancak bu ihtiyaç, doğayla uyumsuz ve yoğun bir yapılaşmayı meşrulaştırmamalı. Sorun yalnızca kaç bina olduğu değil; nasıl, nerede ve hangi anlayışla yapıldığıdır. Mimari uyumun, siluetin ve göl manzarasının korunmadığı her adım, Uzungöl’ün karakterinden bir parça daha koparıyor.
UZUNGÖL NEREYE GİDİYOR?
Eğer bugünkü anlayış değişmezse, Uzungöl birkaç yıl sonra hâlâ kalabalık olabilir; ancak eskisi kadar cazip olmayabilir. Çünkü doğa turizmi, sayıların değil dengenin üzerine kurulur. Daha fazla ziyaretçi değil, doğru sayıda ziyaretçi; daha fazla yapı değil, daha fazla uyum gerekir.
BU SADECE UZUNGÖL’ÜN MESELESİ DEĞİL
Bu yazıyı kaleme alırken aklımda yalnızca Uzungöl yoktu. Türkiye’nin dört bir yanında, doğa turizmiyle öne çıkan pek çok alan benzer sorunlarla karşı karşıya. Ayder’den Salda’ya, Kapadokya’dan Kazdağları’na kadar birçok bölge; yoğunluk, plansızlık ve kısa vadeli kazanç baskısıyla aynı sınavı veriyor.
Demem o ki;
Fırsat buldukça, bu alanlarla ilgili gözlemlerimi, kaygılarımı ve çözüm önerilerimi de paylaşmayı sürdüreceğim. Çünkü doğayı korumak, tek bir bölgenin değil; bu ülkenin ortak meselesi.
Uzungöl hâlâ bizimle; onu koruyacak iradeyi gösterirsek, yarın da bizimle olacak.
Görsel yapay zeka ile oluşturulmuştur.
https://www.dogayidinle.com/