Gündem

Yeşil Mücadele Solun Tapulu Malı Mı?

Nizamettin BİLİCİ

nizamettin.bilici@gmail.com

Doğa yanıyor. Nehirler kuruyor. Göller çölleşiyor. Ülkenin dört bir yanında ormanlar bir daha geri gelmemek üzere yok oluyor. Sel felaketleri can alıyor, tarım çöküyor, şehirler nefes alamıyor. Gerçek gözümüzün önünde duruyor: Felaket kapıda değil, içeri girmiş durumda.

Ve hâlâ insanlar ideolojiler tartışıyor.
Hâlâ çevre mücadelesi solun veya sosyalist hareketlerin doğal alanıymış gibi konuşuluyor.
Hâlâ çevreyi savunmak “marjinallik” gibi sunuluyor.

Oysa çevre mücadelesi solun başarısı değil, sağın ve merkezin bu alandaki tarihsel suskunluğunun sonucudur.
Bir taraf sahada mücadele verirken, diğer taraf tribünde oturdu.
Bir taraf sokakta, diğer taraf konfor alanında kaldı.
Masa terk edilince boşluk dolduruldu. Ve bugün ekoloji, sanki bir ideolojik etiketmiş gibi görünüyor.

Gerçek şudur:
Çevre mücadelesinin solun elinde görünmesi, diğerlerinin kaçışıdır.

Sağ ve Merkez Neden Bu Alana Giremedi?

Çünkü çevre politikasının oy kazandırması zaman alır.
Çünkü doğayı savunmak çoğu zaman rant düzeniyle çatışmak anlamına gelir.
Çünkü “kalkınma” ve “yatırım” sloganları yıllarca her şeyin üstünde tutuldu.
Ve böylece çevre mücadelesi romantik bir hassasiyet gibi küçümsendi.

Oysa romantiklik değil, hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.
Kuraklık sağ seçmeni es geçmez.
Sel felaketi ideoloji ayrımı yapmaz.
Tarım çöküyorsa herkes aç kalır.
Toprak ölürse kimse hayatta kalamaz.

Dini İkazlar Bu Kadar Açıkken Sessizlik Nasıl Mümkün?

İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık aynı hakikati söyler:
Yeryüzü emanettir.
Doğayı korumak ibadettir.

İslam der ki:
Yeryüzünde fesat çıkarmayın.
Suyu israf etmeyin.
Ağacı kesmeyin.
Canlıya eziyet etmeyin.

Hz. Peygamber savaşta bile meyve veren ağaca dokunulmasını yasakladı.
Bir ağacı kesene günah, bir ağaç dikene sevap yazılacağını söyledi.

Bugün ise:
Ormanlar dozer altında can verirken,
Nehirler kimyasal atıkla kirletilirken,
Türler yok olurken,
Bu sessizliği hangi iman açıklayabilir?

İman sözle değil, emanetle sınanır.

Yahudilikte toprak Tanrı’nın kutsal emanetidir.
Kirletmek yalnız topluma değil, Tanrı’ya karşı suç olarak kabul edilir.
Talmud der ki: “Ağaç kesilecekse, yerine yenisi dikilmelidir.”

Hristiyanlıkta insan dünyanın emanetçisidir.
“Yeryüzü bizim mülkümüz değil, çocuklarımızın mirasıdır.”
Ekolojik tahribat Tanrı’nın düzenine başkaldırıdır.

Ama biz bugün ne yapıyoruz?
İnançlar çağırırken, Bilim çağırırken, Hakikat göz önündeyken,
Herkes susuyor,
Konfor uyuşturuyor,
Duyarsızlık normalleşiyor.

TÜRKİYE’DEN ACI GERÇEKLER

Bu topraklar çevre krizinin laboratuvarı oldu:

• Marmara Denizi müsilajla boğuldu
• Akbelen, Kazdağları, Cerattepe, Fatsa, Munzur’da doğa uğruna mücadele veriliyor
• Meke, Burdur ve Tuz Gölü kuruyor
• Dere yatakları imara açıldı, her sel can aldı
• Orman yangınları geri gelmeyen ekosistemleri yok etti
• Tarım alanları kimyasalla tahrip edildi, gıda güvensizliği büyüyor

Bu tabloyu hangi siyasi kimlik savunabilir?
Bu yıkımın bahanesi olabilir mi?

Sıfır Atık Hareketi: Önemli Bir Adım, Ama Yetmez

Son yıllarda Türkiye’de çevre konusunda en görünür adımlardan biri Emine Erdoğan’ın öncülük ettiği Sıfır Atık Hareketi oldu. Bu girişim, özellikle atık yönetimi, geri dönüşüm kültürünün yaygınlaştırılması, kamu bilincinin yükseltilmesi ve uluslararası farkındalık oluşturulması açısından önemlidir.
Bu emeğin değeri inkâr edilemez.

Ancak gerçek şudur:
Sıfır Atık bir son değil, başlangıçtır.
Çevre krizi yalnızca çöpün azaltılmasıyla çözülecek bir mesele değildir.

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı sadece atık yönetimi değil;
ekosistem temelli,
bilim merkezli,
şeffaf ve hesap verebilir,
ulusal ölçekte stratejik bir çevre politikasıdır.

Sıfır Atık, önemli ama yeterli olmayan bir adımdır.
Bu girişim gerçek gücünü, sloganlara sıkıştığında değil;
bağımsız bilim, katılımcı toplum ve uzun vadeli çevre planlamasıyla kazanacaktır.

Türkiye’nin ihtiyacı bir kampanya değil,
kültürel dönüşümdür.

Bu Yazının Amacı

Bu yazı siyaset yapmak için yazılmadı.
Hiçbir ideolojiyi yüceltmek ya da hedef almak için yazılmadı.
Bu yazı; duyarsız kesimlerin sorumluluk alması,
vicdanların uyanması,
ortak mücadele bilincinin gelişmesi için yazıldı.

Biz farklı düşünebiliriz, farklı oy verebiliriz, farklı inançlara sahip olabiliriz.
Ama aynı havayı soluyoruz.
Aynı suyu içiyoruz.
Aynı toprağa basıyoruz.

Felaket geldiğinde hiçbirimizin kimlik kartı hayat kurtarmayacak.

10 Maddelik Sorumluluk Manifestosu

  1. Doğayı korumak siyasi tercih değil, insanlık borcudur.
  2. Sessizlik suçtur; susanlar da sorumludur.
  3. Çevre hakkı yaşam hakkıdır.
  4. Din, ve vicdan çevreyi korumayı emreder.
  5. Ekonomi doğayı yok ederek büyüyemez.
  6. Bilim yol gösterir; inkâr felaket doğurur.
  7. Çocuklara bırakacağımız tek miras yaşanabilir bir dünyadır.
  8. Doğaya yapılan her saldırı kul hakkı meselesidir.
  9. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler verebilmelidir.
  10. Ya birlikte ayağa kalkarız, ya birlikte yok oluruz.

Demem o ki;

Çevre mücadelesi solun tapulu malı değildir.
Kim sahip çıkacaksa onundur.
Ve sahip çıkmayanlar
Tarihin ve vicdanın en ağır hükmüne mahkûm olacaktır.

Bugün mesele ideoloji değil,
Hayatta kalmaktır.


https://www.dogayidinle.com/