Politik sistem ve seçim

(1)

 “Condito sine qua non” ya da “Sine qua non” "Olmazsa Olmaz” anlamına gelen Latince bir deyim.

“Maurice Duverger” siyaset bilimine önemli katkılar yapmış bir hukukçu, anayasa hukuku uzmanı…

Anayasa tartışmalarının yapıldığı şu günlerde okul yıllarında hukuk derslerindeki hocalarımızın sık sık referans aldığı siyasi tartışmalarda da sık sık adı geçen bir isim olduğu için Maurice Duverger ‘i bu yazı konusunun da olmazsa olmazı olarak başa aldım.

Parti sistemleri ve seçim rejiminin birbirinden ayrılmadığını ifade eden Duverger, 1974 yılında yazdığı kitapta net bir başlık kullanmıştı: “Seçimle Gelen Krallar”

ABD dahil egemen partili sistemleri ve kuvvetler ayrımının olduğu ülkeleri bile eleştiren Duverger anayasa değişikliği ile getirilmek istenen Türk Tipi Başkanlık için ne derdi acaba?

Maurice Duverger, “Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar.” diyordu.

Başlıkla söz konuyu özetliyor…

Bir iki ufak hatırlatmalarla girelim başkanlık meselesine…

12 Haziran 1776 Virginia Haklar Bildirgesi’nde benimsenen önemli ilke yasama, yürütme ve yargı organlarını birbirinden ayıran kuvvetler ayrılığı ilkesidir. 15 Aralık 1791’de yayınlanan “Haklar Bildirgesi”nin 1787’de ABD Anayasasından sonra getirilen birey haklarını güvence altına alan 10 ek maddesiyle de eyaletlerde daha önce olan uygulamalar sınırlandırılmış.

28 Ağustos 1789’da Fransız Devrimi’nin ardından ulusal mecliste kabul edilen “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” Fransız anayasasının da özü. İnsanların özgür ve eşit olduğunu, zulme karşı direnme ve mutlak egemenliğin millete dayalı olduğu ve din, sosyal inanç sebebiyle hiçbir kimsenin kınanamayacağını ifade eder. Toplam 17 madde. Bu bildirgedeki 16. Maddeye dikkat. Diyor ki bu madde de, “Hakların güvence altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur.”

Anayasal cumhuriyet, devlet yönetiminin anayasaya dayanmasını ifade eder. Devlet iktidarını sınırlandıran ve kişi haklarını güvence altına alan durum da budur.

Fransız devriminin idealleri özgürlük eşitlik ve kardeşlikti. Tiers etat (3.sınıf) yani soylu ve kilise dışındaki tabaka da, 1789’da ilan edilen bildirgeyle hak ve özgürlük kazanmış oluyordu.

İlk eseri konuşmalarda cumhuriyeti amaçlarken “Prens”te (Hükümdar) olağanüstü yönetim biçimi olarak devlet için dini ve yasaları araç olarak gören ve monarşiyi öven Niccolo Machiavelli bakın ne diyor:

 “Bilge bir insan olduğu izlenimi bırakan bir hükümdarın, ülkesinde öyle bilinmiş olmasının onun doğasından kaynaklanmadığını, çevresindeki danışmanlarına dayalı olduğunu söyleyenler kesinlikle yanılırlar. Çünkü kendisi bilge olmayan bir hükümdarın iyi danışmanlara sahip olamayacağı genel ve şaşmaz bir kuraldır. Eğer akıllı değilse öğütleri bir araya getirip bir bireşime varamayacaktır.” (S.91, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5.Baskı, 2011)

Bir elin nesi var, iki elin sesi var “Machiavelli” bile böyle diyorsa !

Tiranlara yön gösterdiği için Machiavelli’yi eleştirenlerden biri de Fransız tarihçi Jean Bodin’dir. 1576’da yayınladığı “Devletin Altı Kitabı”nda mezhep kavgalarının son bulması için kralın yetkilerinin arttırılmasını ister…

Jean Bodin iktidar ve egemenliği kanunca kısıtlanmayan manasına gelen “Souveraineté” sözcüğünü ortaya atmıştır.

Kendisi bir burjuva olan Bodin, burjuvazinin görüşlerini benimser. Tiranların öldürülmesini savunup anarşiyi destekledikleri için monarkomakları eleştiriyordu. Oysa mezhep kavgalarından muzdarip olan monarkomaklar Fransa’daki din savaşlarına bir son vermek istiyor, Fransa'nın da milli birliğinin oluşmasını savunuyorlardı.

Bu kısa tarihi hatırlatmalardan sonra gelelim şu bizim başkanlık meselesine…

80’lerde öğrenci olduğumuz yıllarda ilk sınıfta okuduğumuz derslerden birisi idi ve o zaman ders kitabımız Prof. Dr. Esat Çam’ın yazdığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden yayınlanan bir kitaptı: “Siyaset Bilimine Giriş”. Bendeki 1981 baskısı.

İletişim Fakülteleri’nin birinci sınıfında hala aynı isimle okutulur mu bu ders, aynı kitap okutur mu bilmem. Hazine değerinde bir kitaptır. Bendekinin arada sayfalarını çevirip çevirip göz atarım.

Kitapta çağdaş siyasal rejimler 3 başlık altında sıralanıyor: Parlamenter rejimler (Çift ve çok partili rejimler), ABD Başkanlık rejimi ile SSCB tipi Totaliter rejim şeklinde…

Çift partili siyasal rejimlere İngiltere’yi, çok partili siyasal rejimlere Fransa’yı örnek veren Esat hoca Başkanlık rejimini ise şöyle değerlendiriyor:

“Başkanlık rejiminin değerlendirilmesinde gözetilmesi gereken bir husus bu rejimin Amerika’ya özgü oluşudur. Başkanlık rejimi teorik olarak Latin Amerika ülkelerinde de görülebilmekle beraber gerçekte seçmenlerin fikirlerinden çok askerlerin hakimiyetinin kişilere bağlı olması nedeniyle yürümemektedir. Partiler kök salamamakta ve darbelere zemin bulunmaktadır. Başkan parlamentoya hakim olmakta ve yarı diktatör bir rejime dönüşmektedir.” (s. 463)

SSCB’yi ise “Demokratik merkeziyetçilik” ilkesine dayanan bir ülke olarak ele alan Esat hoca, SSCB’nin tek parti ve devlet organları tarafından yönetildiğini ifade ederek, “Komünizm sınıfların ortadan kalkmasıyla gereksiz olan baskıcı aygıtın (devletin) yok olmasını, onun yerine özgür işçiler toplumunun geçmesini öngörür.” (s.547)

Ben de V.İ.Lenin ve K.Marx’tan bu konuyla ilgili birer örnek söz vereyim mi?

Marx, “Devlet biçimleri ‘devletin özgürlüğünü’ kısıtladıkları ölçüde özgür sayılırlar.” derken, Lenin, “Devlet varsa özgürlük yoktur. Özgürlük olduğunda devlet olmayacaktır.” demektedir...

Sonra da Faşist İtalya ve Nazi Almanyası’nın durumlarına geçiyor Esat hoca…

Mussolini İtalya’sında ve Hitler Almanyası’nda millet meclislerinin devlet şefi (Duce ile Fuhrer) karşısında hiçbir bağımsızlığa sahip olmadığını ifade ediyor (s. 460). Mutlak monarşiden farklarının işlevleri karışık ıvır zıvır bir sürü ama sonuçta hepsi de liderin direktifleriyle hareket eden organdan ibaret olduklarını belirtiyor.

Faşist devletlerde güçler ayrımı göreceli ve görünüştedir. Mutlak monarşide güçlerin mutlak birliği söz konusudur.

Esat hocanın kitaptaki özeti bunlardan ibaret…

Okul biteli neredeyse 40 sene geçmiş. Bunca sene sonra temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp öne sürülen “Başkanlık Sistemi” de ne ola ki. Yeni zuhur etmiş bir şey mi? Hayır. Çam’ın söz ettiklerinden pek farklı şey yok.

ABD’deki Başkanlık Sistemi öyle de, ya buradaki…

O ise ne? O kimine göre tam bir muamma bilene göre tam bir çakma…

Devam Edecek...