Şimdi kendimizle yüzleşme zamanı

ABDULLAH ŞANLIDAĞ

[email protected]

Dertlerimizi başkalarında, eksiklerimizi çevremizde aradığımız müddetçe, yerimizde saymaya devam edeceğiz. Oysa asıl mesele, dönüp bir anlığına aynaya bakabilmekte… Cesaretle, samimiyetle, kaçmadan. Bugün belki de en çok ihtiyacımız olan şey, kendimizle yüzleşmek. Nerede kırıldık? Nerede kırdık? Nerede savrulduk? Ne zaman uzaklaştık değerlerimizden? Hangi adımı atarken kendimizi unuttuk? Çocuklarımızı ve kendimizi nasıl ihmal ettik?

Hiçbir yüzleşme kolay değildir ama her yüzleşme bir başlangıçtır. Öyleyse sevgili dostlar, sanırım kendimizle yüzleşmeden bir çıkış yolu bulamayacağız. Kendimizi suçlamak için değil; kendimizi yeniden kurmak, yeniden doğrulmak için. Çünkü insanın en büyük gücü, gerçeği kabul edip yoluna devam edebilmesidir. Evet, siyasetçimiz, akademisyenlerimiz, bilim insanımız, velhasıl hepimiz savrulduk. Dünyevileşme akımına kapılmayanımız yok.

Benim yaşım 57 oldu. Bizim kuşağımız, radyo ile başlayan bir dünyanın televizyonda şekillendiği, cep telefonuyla hızlandığı günlere şahitlik etti. Greyder Ali (Ali Gilar) amcanın siyah beyaz TV’si ile başladı bizde medya. Sadece TRT vardı. Bazen Güne Bakış’a kadar izler, İstiklal Marşı ile kapatırdık televizyonu. Televizyonla tanışmam 1977 idi; ilk cep telefonum ise 1997’de avuçlarıma düştü. O yıllarda teknoloji, hayatımıza usul usul yaklaşan misafir gibiydi. Şimdi ise üç yaşındaki bir çocuğun elinden akıllı telefonu aldığınızda ağlaması, teknolojinin sadece misafir değil, evin en baskın bireyi olduğunu gösteriyor. Ama ne birey..

Toplumsal değerlerimizde derin bir dönüşüm var. Belki hızından, belki yönünden… Gelenek-görenek dediğimiz birçok bağ, artık gençlerin zihin dünyasında eski gücünü taşımıyor. Zaten onlar için bu değerlerin pek bir şey ifade etmediğini de biliyorum.

Kafaları karışık.. Fıtrat ve inançlarına güvendiğim için, bir gün mutlaka suyun yatağını bulacağına inanıyorum. Bize görmek nasip olur mu, orasını bilemem.

Bir zamanlar başörtüsü mücadelesi veren annenin kızının başı açık hâlde kafelerde vakit geçirmesi; evladının dini eğitimi için onu yaz Kur’an kursuna gönderen babanın, üniversiteye giden çocuğunun bambaşka bir dünyaya savrulduğunu görüp şaşkına dönmesi… Bunlar artık tek tük örnekler değil; neredeyse toplumun karmaşa içinde yaşadığı ortak bir hikâye.

Her anne ve baba, bu dertten mustarip.

Eskiden akşam sofraları uzun sohbetlerin adresiydi. Tatlı bir çay eşliğinde, hem gönüller hem hayaller örülürdü. Babalar hem öğretmen, hem rehberdi; anneler hem sığınak, hem hayat bilgisi… Bugün ise gençlerin dünyası bambaşka bir evrende akıyor: Ekranların parlak ışığında, sosyal medyanın kesintisiz akışında, sınırsız bilgi bombardımanında.

Acaba kaç aile akşam sofrasında veya sonrasında hep birlikte oturabiliyor? Geçtim onu, eşler telefonsuz kaç saat durabiliyorlar. Belki küçük mesele gibi duruyor olabilir, lakin çağın vebası gibidir, dikkatli olalım.

İşte bu karmaşada karşımıza çıkan kavramlardan biri de deizm. Kimi gençler kendini tamamen dinden kopuk buluyor; kimi “inanıyorum ama kurumlara, siyasete, uygulamalara güvenmiyorum” diyor. Deizm, kabaca bir yaratıcıya inanıp, dinlerin ilahi bir otorite tarafından yönlendirilmediğini savunan bir anlayış. Peki gençler neden buna yöneliyor? Soru, sadece teolojik değil; sosyolojik, kültürel ve iletişimsel bir mesele. Gençlerin sorusu çok, arayışı derin; ama cevap verecek ortam ve yöntemler giderek zayıflıyor. Çünkü onların yüreğine dokunacak değerlerden biz de uzaklaştık.

Ve şimdi buna bir de yapay zekâ eklendi. Bilgi artık sadece öğretmenlerde değil; sadece aile büyüklerinde değil; avucumuzun içindeki bir ekranda. Gençler, hayatı internetten öğreniyor, kimliklerini çevrimiçi kuruyor. Bu yeni gerçeklik, ister istemez dini hassasiyetleri de, geleneksel öğretileri de sorgulamalarına yol açıyor. Camiler boşalıyor, cafeler doluyor; sohbet halkaları dağılırken, dijital topluluklar büyüyor.

Ama bütün bunlar “her şey bitti” anlamına gelmiyor. Belki değişimin bu sert rüzgârında unuttuğumuz bir şey var: Gençlerle konuşmayı… gerçekten konuşmayı. Onları yargılamadan dinlemeyi. Teknolojiyi düşman görmeden anlamayı. Deizmi suçlamak yerine, o kapıya neden yöneldiklerini anlamaya çalışmayı. Başaramaz mıyız?

Her kuşak kendi sınavını verir. Bugünün gençliği ise hem teknolojinin hem hızın hem de kimlik arayışının oluşturduğu çok katmanlı bir imtihanın içinden geçiyor. Onlara kızmak yerine, yol göstermeyi seçersek; eleştirmek yerine anlamaya çalışırsak; öğüt vermek yerine birlikte düşünürsek… Belki kaybettik sandığımız bağların yeniden kurulduğunu görebiliriz.

Çünkü değişim kaçınılmazdır; fakat yönünü belirlemek hâlâ bizim elimizdedir. Haydi öyleyse, kendimizle yüzleşerek başlayalım.

Not: Bir ara okuyucu suallerine cevap vereceğim inşallah. Gündem çok hızlı değişiyor, tıpkı bizler gibi. Selam ve saygılarımla.

https://www.yeniakit.com.tr/