Eski İzmir M.Ö. 3000 yıllarına uzanan tarihine rağmen ancak son yarım yüzyıllık kazılarla İzmirli arkeolog ve tarihçi Ekrem Akurgal tarafından ortaya çıkarılan bir kent. Yine ünlü şair Homeros’un doğum yeri olan İzmir, İyonya döneminde “kent federasyonu” şeklinde örgütlenmiş kentler birliğinin en önemli ve yaşamını sürdürebilen tek kentidir. Eski kaynaklarda İzmir kentinin Erektid kralı Tantalos tarafından kurulduğu belirtilir. 14.Yy’da Smyrna adının Yamanlar Dağı yamaçlarında yerleşen Amazonun adından geldiği söylenir. M.Ö. 11.Yy’da Dor istilasından kaçan Akalar (Aioller ve İonlar) Yunanistan’dan gelerek İzmir ve çevresine yerleştiler. Akalar’ın yerleştiği Biga yarımadası güneyinden İzmir dolaylarına kadar olan Bakırçay ve Gediz vadilerini içine alan bölge “Aiolia”, İzmir’den Büyükmenderes’e kadar uzanan bölge “İyonya” adıyla anılıyordu. İyonya’da Smyrna ile birlikte Efesos, Miletos gibi antik kentler de kuruldu ve sanatta ve denizcilikte çok ilerledi.

Eski Yunan destanları M.Ö. 7.Yy’dan itibaren yazılı hale getirilmişti. M.Ö. 3 bin yıllarında Ege Bölgesi’nde Hititlerle ticaret yapan Truva Uygarlığı hâkimdi. Truva Savaşını anlatan Homeros’un İlyada Destanı’nda da Smyrna adından söz edilmektedir. Büyük saldırılar sonucunda Troya’nın yıkılmasıyla 500 yıllık karanlık döneme giren Batı Anadolu’da M.Ö. 14.Yy’dan sonra bölgeye yerleşen Erektid kralı Tantalos tarafından kurulmuştur. 11.Yy’da bölgeye yerleşmesiyle Smyrna İyonların, M.Ö. 7.Yy’da da Lidyalıların eline geçti. M.Ö. 546 yılında Pers kralı Kiros Lidya kralı Kroisos’u yenerek Anadolu’yu egemenliği altına alınca Sard, Pers İmparatorluğu’na bağlı 20 satraptan (valilik) biri oldu ve Smyrna buraya bağlandı. Ancak Perslerin boğazları ele geçirmesi nedeniyle Karadeniz’deki kolonilerle ilişkisi kesilen İyonlar Yunanlılardan yardım istemek zorunda kaldılar.

İyonya yüzünden Persler ve Yunan şehirleri (Atina ve Sparta) arasında uzun süren çetin savaşlar oldu. İyonyanın bağımsızlığı sorunu nedeniyle çıkan Pers-Yunan Savaşı, Perslerle anlaşan Atinalılarla Spartalıların arasını da açmış (M.Ö.494-404 yılları) süren kardeş kavgası Yunanlıları yıpratmıştı. Sonunda Yunanistan ve İyonya Makedonya kralı Büyük İskender’in eline geçmiştir. Helen kültürü Asya’ya buradan yayılmıştır.

İzmir daha sonra sırasıyla Romalıların, Hunların, Bizanslıların, Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Arapların, Timur’un, Haçlıların, Aydınoğulları Beyliği’nin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan Osmanlıların yenik çıkmasıyla Yunanistan’a bırakılmıştır. Emperyalistlerin 15 Mayıs 1919 sabahı savaş gemilerini körfeze demirlemesiyle başlayan işgaline 9 Eylül 1922’de yakılan kurtuluş ateşinin ve Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle son verilmiş ancak 13 Eylül sabahı İzmir’de yangınlar çıkmış, bütün kent büyük zarar görmüştür.

İzmir, İyonlar zamanında Atina-Trakya ve Batı Anadolu İyon şehirleri arasında kurulan deniz birliğinin üyesi, Osmanlı zamanında da bir sancağa bağlı olan bir liman kenti olarak çok gelişmiş, klasik Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi gibi çok çeşitli kültürün etkileri altında kalmıştır. İzmir’de bugün bulunan kale, cami, kilise, han gibi eserlerde ve ören yerlerinde bu zengin kültürün izleri bulunmaktadır.

Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın 1950’li yılların başında başlattığı ve aralıklı olarak sürdürdüğü kazılarda ortaya çıkarılan İzmir’in ilk yerleşim bölgesi olan Smyrna, Bayraklı sırtlarında bulunmaktadır. Bayraklı’da bulunan bir tepede (Tepekule) yapılan kazılar en alt katın M.Ö. 3 bin yıllarına uzandığını doğrulamaktadır. İkinci kat Hitit ve Troya çağıdır (M.Ö.2000-1200). Üçüncü kat Grek devridir ve 10.Yy’dan 4.yüzyıla kadar devam eder. Büyük bir ticaret ve liman kenti olduğu anlaşılan Bayraklı’daki tepede bugün mabet, çeşme, binalar ve surlarla beraber şehrin efsanevi kurucusu Tantalus’un da mezarı vardır. Tepe vaktiyle bir yarımada olup gemilerin yanaşmasına müsait bir yerdi.

M.Ö.600 senesinde Lidya kralı Alyates tarafından yakılmış ve tekrar kurulmuştur. Hocası Aristo İzmir’i İskender’e övünce görmeye gelen Büyük İskender’in emriyle şimdiki İzmir’in bulunduğu güneydeki şehre hâkim olan Kadifekale (Pagos Tepesi) eteklerine taşınmıştır.

Kadifekale’nin bazı kısımları ve Akropol, Babil seferinde ölümünden sonra Büyük İskender’in şehri kuran generali Lysimakhos tarafından yaptırılmıştır. Roma ve Bizans döneminde onarılan kalenin Basmane ve Agora’yı içine alarak kıyı boyunca uzandığı ve buradan Değirmentepe’ye gittiği sanılmaktadır. Kale duvarlarının uzunluğu 6 km’yi buluyordu. 20-25 metre yüksekliği bulan duvarları 24 kule ile desteklenmişti. Kale içinde saldırı sırasında halkın kullanması için yapılan, tavanı direklerle desteklenen sarnıçlar hala durmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasından sonra modern bir kent olma yoluna giren İzmir, her geçen gün bu özelliğini geliştirmiştir. Ancak çeşitli dönemlerde yöneticilerin tutumları, yanlış kararlar ve uygulamalar nedeniyle ekonomik ve sosyal hayat İzmir’i olumsuz etkilemiştir.

İzmir, bütün metropol kentler gibi göç ve hızlı kentleşme sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. 2.dünya savaşından sonra uygulanan kentleşme-sanayileşme yani modernite projelerine Türkiye de uymuş ancak özellikle 1950’lerden sonra sosyo-ekonomik nedenlerle artan göç kentleri hazırlıksız yakalamıştır. Bunun sonucunda uygulanan popülist politikalar kentlerde daha büyük sorunlar doğurmuş, gecekondu olgusu ortaya çıkmıştır. Altyapı, planlama ve denetimden yoksun kent kenarlarında gelişen gecekondu alanları yaşayanlar için de kent için de büyük bir sorundur artık...

1980’li yıllardan sonra ise modernite projesinin hızla aşınması nedeniyle modernist kültürel dönüşüm beklenildiği gibi gerçekleşememiş, sanayileşmeden beklenen sonuçlar yeterince elde edilememiştir. Örgütlenme ve imar sorunları yaşayan kentler, piyasa koşullarına, spekülâtif amaçlı faaliyetlere ve keyfi müdahalelere bırakılmış sonucunda kente ait olan değerler yani “kentsel rant” hızla yağmalanma sürecine girmiştir. Dünyada özellikle az gelişmiş ülkelerde, bugün gecekondulu kentsel nüfus oranı yüzde 20 ile 70 arasında değişiyor.

Türkiye’de ise İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in ve Adana’nın içinde bulunduğu metropoller, ülkedeki gecekonduların yarıdan fazlasını içinde barındırıyor. Gecekondulu kentsel nüfus Ankara’da yüzde 70, İstanbul’da 60, İzmir’de ise 50 civarındadır. Buna karşılık yeterli altyapıya sahip, kentsel arsa ve konut stoku üretilemiyor. Bunun sonucunda kente yeni gelenler artık yalnızca çekicilik yaratan olumlu unsurlarla değil, her türlü çevre kirliliği ile olumsuzlaşmış kent ortamı ile karşılaşıyorlar. Yaşam artık çok pahalı, hizmetler sınırlı ölçüde gelişmiş ve iş olanakları da eskisi kadar parlak değildir. Gurbetçiliğin, işsizliğin alınyazısı olduğu yoksul ve orta sınıftan insanların konut sahibi olmasını sağlayacak politikalar da hiçbir zaman uygulanamadı. Kentlerde ilkel, denetimsiz ve sağlık koşullarından yoksun olarak acele yapılmış gecekondu bölgeleri gelişiyor, buna gelişmek demekse...

Bu plansız bölgeler afetlerin doğurduğu olumsuz sonuçlardan daha çok etkileniyorlar. Dünyada ve ülkemizde sık sık meydana gelen deprem, heyelan, çığ, sel baskını, çöp patlaması gibi doğal ve doğal olmayan olaylar sonucunda büyük can ve mal kayıpları oluyor. Bu durum en başta sağlıklı kentleşememenin ve sanayileşmenin temel öğesi olan doğal çevreye uyulmamasından ve yanlış yer seçimlerinden kaynaklanıyor. Örneğin sel sırasında can ve mal kaybı meydana geliyor. Ülkemizde son yıllarda yaşanan doğal afetlerde bu durum açıkça görülüyor. Hatırlanacağı gibi İzmir’de de 3 Kasım 1995 gecesi yağan sağanak yağmur kısa sürede şehrin büyük bir bölümünü sular altında bırakırken sel baskınları 41 kişinin ölümü, 100’den fazla kişinin ağır yaralanmasıyla adeta bir katliama dönüşmüştü. Özellikle emekçi ve yoksul halkın yaşadığı Yamanlar, Güzeltepe, Çiğli, Bayraklı, Örnekköy, Narlıdere İnönü Mahallesi, Şemikler, Yeşildere ve Karabağlar gibi gecekondu alanlarının yoğun bulunduğu semtlerde binlerce ev sular altında kalmıştı. Yeterli yardım götürülememiş, yöneticilere karşı bütün ülkede öfke doğurmuş halk kendi yaralarını kendisi sarmak zorunda kalmıştı.

O günlerde bu olayın acısını duyarak yazdığım şiir sorunu bir soru ile dile getirmişti. “Yamanlarda Kayıp Kırk Yürek, Kırk Can” başlığını taşıyordu şiirim:

“Yamanlarda kayıp kırk yürek, kırk can,

Soruyor birilerine kim kim kim düşman.

Belki biraz Sokrat, belki de Sultan Cem gibi,

Ondan sürgünlere kaldı.

Belki kırda bir çiçek, gelincik,

Belki de suya ondan hasret.

Bir açıklaması olmalıydı elbet.

Konakta atılmış ilk yiğit kurşun.

Oysa o,

Bayraklı sırtında bir garip gecekondu,

Sofrada katık ettiği biraz ekmek, biraz su.

İzmir’de bir felaket,

Bir büyük düşman,

Ne İngiliz, ne Yunan,

Ekmeğe katık ettiği su.

Yamanlarda kayıp kırk yürek, kırk can,

Soruyor birilerine kim kim kim düşman.

Kime atılır kurşun kim düşman.

Düşman su mu?

Bayraklı sırtından bakıp Simirina’ya,

Çıktı oradan yola, Agora’ya.

Alamadı hızını Kadifekale’de

Kadifekale’nin sarnıçlarındaydı,

Garibim kenar mahallelerde aldı soluğu.

Bayraklı’da bir garip gecekondu.

Oradan bakıp Simirina’ya,

Konak ve Kemeraltı’nda bile,

Vermedi mola.

İzmir’de bir felaket,

Bir büyük düşman,

Ne İngiliz, ne Yunan,

Ekmeğe katık ettiği su.

Yamanlarda kayıp kırk yürek, kırk can,

Soruyor soruyor birilerine, kim kim kim düşman.”

Hiçbir ülkede hızla kentleşme olgusunun getireceği değişim temposunu sorunsuz yani “çarpık olmayan” bir biçimde kaldırmayı sağlayacak nitelikte örgüt mevcut değildir. Sorun en başta plânlama, bilinçlenme, eğitim sorunudur. Örgütlenme yapısı sorunudur. Kent kültürünün benimsenmesi, toplumsal birey haline dönüşüm yani kentlileşme ve toplumsallaşma hem bireylere hem de devlete düşen bir görevdir. Ülkemizde 1848’den 1985’e kadar değişik tarihlerde imar yasaları çıkarılmıştır. Ancak uygulanan popülizm ve postmodernist süreç kısıtlayıcı olmuştur. Oysa gerek 1933 “Atina Şartı”, gerekse 1992’deki “Avrupa Kentsel Şartı” iyi bir kentin taşıması gereken özellikleri ve kentlerde yaşayanların haklarını ifade etmektedir. Kent yöneticilerinin payına düşen görev ise kent plânlaması ile ilgili uygun model arayışlarını sürdürmek ve uygulamaktır.

Gereken tedbirleri alalım, almaya devam edelim ki binlerce yıllık zengin ama acılarla dolu tarihiyle Türkiye’nin çağdaş yüzü “güzel” İzmir’imizde felaketlerin bedeli tekrar canımızla, malımızla ödenmesin...

Tamer UYSAL