Narin trajedisi ve İslamcılık

ABDULLAH ŞANLIDAĞ

İletişim: [email protected]

  

Türkiye’nin gündemine oturan Narin trajedisi hakkında yazmayan, fikrini söylemeyen kalmadı. Konunun başından beri Narin olayının “ensest” (aile içi) düzeyde olup, birilerinin ifade ettiği gibi “Hizbullah” boyutunun olduğunu düşünmüyorum. Elbette kesin hükmü, yargı verecektir. Toplumsal hafızamız zayıf ve bir o kadar da acımasız. Vicdan terazimiz sapalı yıllar oldu. Adalet terazisi ise hak getire. Siyasilerin elinde yozlaştıkça yozlaştı. Başkalarının yanlışlarının faturasını dindarlara ve İslamcılığa kesmede ise üstümüze yok. Kim bilir, belki de zengin aşiret bir ailenin sorununu dahi dine ve İslamcılığa yüklemenin bedeli daha kolay ve ucuzdur. Neden her olayda günah keçisi olarak muhafazakârlık ve dindarlar seçilir?

Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya, “adaletin tesisi, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması için yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini, bunun ise ancak bağımsız ve tarafsız hâkimlerle sağlanabileceğini” ifade ettikten sonra konuşmasını Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle temellendirdi. Seküler haber siteleri mal bulmuş mağribi gibi Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’ya yüklendiler. Laiklik damarı pekişen seküler kesimin haber siteleri, laik bir devlette bir mahkeme başkanının, kutsal metinlere atıfta bulunmasını eleştirerek, bu söylemle hukuk devleti olunamayacağını söylemeye çalıştılar. Başkanın ne söylediğini biliyorum. Gayet güzeldi, söyledikleri afaki, ideolojik değildi. Halkının çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede Anayasa Mahkemesi Başkanının kutsal metinlerden faydalanmasından daha doğal ne olabilir!

Kaldı ki başkanın söylediklerinin özgül ağırlığı olduğu gibi, içerik olarak da dolu. Laikliğe de halel getirecek dozda değil. Buna rağmen Allah’ın ayetlerinden rahatsız olanlar, açıkça İslam’a ve Müslümanlara saldıramadıkları için yine faturayı İslamcılığa yıktılar. Narin olayının da sosyolojik boyutunda bu var. Öfke ve nefret duygularını tavan yaptırıp, buradan İslamcılığa, dindarlara, hatta Ak Parti’ye saldırmak, tek kelimeyle ucuzculuk ve meselenin asıl perde arkasındaki sırrı perdelemektir. Kendi pisliklerinin bedelini muhafazakâr kesime yıkmaya çalışan bu ayrık otlarına müsaade edilmemelidir. Nefret duygusu ve şiddetle toplumu kutuplaştırmak isteyenler, hem olup bitenlerden Müslümanları sorumlu tutuyor, hem de konuyu başka alanlara çekerek, gerçeklikten uzaklaştırıyorlar. Öteden beri laik seküler sınıfın bu tür meselelere yaklaşımı ilkel refleks ve kutuplaşma yönünde olmuştur. Toplumsal damarı çatlatmak için yeniden eski Türkiye›ye övgüler, 28 Şubatçı darbecilere dahi özlem şarkıları söylenmeye başlandı. Her meselenin içine Atatürkçülük ve laiklik sosu katılıyor. Oysa ortada ne İslamcılık kaldı ve ne de muhafazakarlık.. Değişim ve dönüşümden payını alan dindarların mevcut durumu dahi laikleri rahatsız ediyor. Teğmenler, Mustafa Kemal’in askeri olduklarını beyan ederek, iktidara mesaj yolluyor. Mesele sadece iktidara yönelik bir tepkiden ibaret değil. Dipten gelen bir dalga var ve biz o dalgayı görmezden gelirsek, bu ülkenin kotlarıyla oynamak isteyen, onu tekrar eskiye avdet ettirmek isteyenlere fırsat vermiş oluruz. Şu anda birileri laiklik değirmenine kovayla su taşımaya çalışıyor. Bu gayret büyür de bent yıkılırsa, dümende bekleyen liberaller ve sol jenerik sahaya inmeye başlar. Şu anda yapılan, kıyısından köşesinden dindarlara nefret dalgasının büyütülmeye çalışılması. Haddinden fazla şiddet, gayedeki hikmeti yok eder. Tarikat, cemaat ve dindarlar, Narin cinayetinden daha tehlikeli gösterilmek isteniyor. Narin olayıyla yaşadıklarımız, nefret dilinin artık dayanılmaz boyutlara ulaştığını gösteriyor. Kullanım tarihi geçmiş argümanlarla dindarları, İslamcılığı Narin üzerinden vurmaya çalışanların derdini iyi anlarsak, Narin trajedisinin de sosyolojik boyutunu çözmüş oluruz. Kriminal (aşiret) bir aile suçunu köylülüğe, namaz kılanlara yıkma girişimi başarılı oldu. Narin’in katili babası mı, annesi mi, kardeşi mi, yoksa muhtar olan amcası mı, belki de bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Neden böyle durumlarda demokratik, insani ve adalet damarı işlevsiz kalır? Sürü psikolojisini kimler tetikliyor. Eski Türkiye olsa, “derin devlet” der geçerdik ama bitirilen vesayetle birlikte onun da öldüğünü zannediyorduk. Ak Parti içerisindeki ve bürokrasideki temiz, mütedeyyin insanları tenzih ederim. Lakin bizim de içerimizde ayrık otları ve menfaatperest insanlar türedi. Eğer bu çürük elmaları içimizden temizlemez isek, onlara yöneltilen oklar bizi de vuracaktır.

www.yeniakit.com.tr